Pulhane Ltd.Şti.
Pulun Osmanlıda Doğduğu 19. Yüzyıl ortalarında Üsküdar'dan İstanbul
Sitemde Google
TÜRK ÇİZGİ KAHRAMANLARI
TÜRK ÇİZGİ KAHRAMANLARI

2006.05 - Karaoğlan
Karaoğlan, Suat Yalaz tarafından yaratılan bir çizgi kahramandır. 1959 yılında Akşam Gazetesi’nde yayımlanan Cengiz Han’ın Hâzineleri adlı öykü ile doğdu ve 1963’de Asya Kaplanı macerası ile ilk Karaoğlan dergisi satışa sunuldu. Karaoğlan’ın maceraları ilk kez 1965'de "Altay’dan Gelen Yiğit” adı ile filme alındı.
Suat Yalaz, Karaoğlan serüvenlerini Türk tarih ve folklorundan yaralanarak hazırlamıştır. Karaoğlan bir kahramanda bulunması gerekli özelliklerin hemen hemen hepsine sahip atletik, deli dolu, gözü pek ve mert bir Uygur gencidir. İçki gibi kötü alışkanlıklardan uzak durur, kesinlikle yalan konuşmaz. Erkek çocuklara yapılan ad koyma töreni yapılamadığından adı verilememiştir. Annesi hayatta olmadığından babası tarafından büyütülmesi için bir ormancıya emanet edilmiştir. Bebek kendilerine ait olmadığı için yaşlı ormancı ve hanımı küçüğe ad vermemişler ancak simsiyah saçlanndan dolayı ona Karaoğlan demekle yetinmişlerdir.
Ününü Asya Kaplanı Karaoğlan olarak yapacak olan bu genç adam, babası kılıç ustası Baybora, bir dövüş esnasında tanıştığı ve dost olduğu, midesine düşkün olduğu kadar kavgaya da düşkün yaşlı savaşçı Balaban, Semerkand’da hırsızlık yaparken yakaladığı ve kendisine aşık ettiği Bayırgülü, biraz kocamış, at uşağı Çalık karakterlerinin de katkılarıyla bizleri, Orta Asya steplerinde özgürlük duygumuzu kamçılayan farklı bir dünyaya taşır.


2007.21 - Keloğlan
Keloğlan, nesillerden nesillere aktarılarak günümüze kadar gelen, büyük düşler kurabilen, gerektiğinde en büyük ödülleri elinin tersiyle itebilen, erdemli, sağduyulu, biraz saf, biraz romantik ve pratik zekalı Türk masal kahramanıdır. Tembelliği her seferinde başına iş açsa da o, çocuksu saflığı, pratik zekası, yapıcı karakteriyle sonunda mutlaka doğruya ulaşır.
Keloğlan, çocuklar tarafından çok sevilen bir masal kahramanı olduğu için çocuklara yakın bir tiptir. Her masalın sonunda mutlaka başarılı olur. Zekâsı ve başarısı ile çirkinliğini örter. Keloğlan, köyündeki yoksul evinden uzaklaşsa ve kötüler onu güç durumda bıraksa da iyilerin desteği ile kötüleri yener ve onlarla hesaplaşır. Ödülü kazanmadan önce, özellikle de padişah tarafından sınanır. Sonunda masalda da olsa padişahın güzelliği dillere destan kızı ile evlenmeyi başaracak kadar akıllı ve iyi yüreklidir.
Keloğlan masallarının sözlü anlatım dönemlerindeki yaygınlığı bu masal kahramanının günümüze kadar unutulmadan gelmesini ve en çok okunan masal türü olmasını sağlamıştır. Pul tasarımlarında; Keloğlan ve Kuyudaki Dev, Keloğlan ile Anası, Keloğlan ve Eşeği, Keloğlanın Uçan Halısı, gibi masal kahramanlarına yer verilmiştir.

2023.07/1385 - Çizgi Kahramanlar ( Rafadan Tayfa )
Rafadan Tayfa, 8 Şubat 2014'te TRT Çocuk'ta yayınlanmaya başlayan Türk yapımı animasyon çizgi filmdir.
Rafadan Tayfa adındaki arkadaş grubunun yaşadığı maceralardan oluşan hikâye, 9O'lı yılların mahalle hayatını, samimi insan ilişkilerini yansıtmaktadır. Arkadaş grubunun ismi ise grubun iştahlı üyesi Hayri'nin Kafadan Tayfa yerine yanlışlıkla Rafadan Tayfa demesiyle ortaya çıkmıştır. Hayri, Kâmil, Sevim, Hale, Akın ve Mert'in İstanbul sokaklarında yaşadıkları maceraların sıcacık dostluklarıyla ele alındığı Rafadan Tayfa'da, grubun mahalle yaşantısı, hayal dünyaları ve arkadaşlık ilişkileri doğru/yanlış, iyi/kötü gibi kavramlar üzerinden eğlenceli bir anlatımla verilmektedir.
Hikâye anlatımında görsel yön güçlüdür. Türk örf, adetleri ve kültürel değerleri TRT Çocuk uzmanlarının desteğiyle izleyiciye ulaştırılmaktadır.
Rafadan Tayfa olarak başlayan serüvene zaman içerisinde Ramazan Tayfa, Dijital Tayfa, Trafik Tayfa çizgi dizileri ve TRT ortak yapımı Rafadan Tayfa: Dehliz Macerası, Rafadan Tayfa: Göbeklitepe, Rafadan Tayfa: Galaktik Tayfa filmleri dâhil olmuştur. Rafadan Tayfa: Göbeklitepe gişe rekorları kırarak Türkiye'de tüm zamanların en çok izlenen animasyon sinema filmi olmuştur.

1991.10 - Türk Karikatür Sanatı
Karikatür tarihimizde ilk basılı karikatür 1870 yılında Diyojen adlı mizah dergisinde yayımlanmıştır.
Doğduğu günden bu yana, öncelikle toplumsal aksaklıkları konu edinen ve tümüyle topluma dayalı, topluma dönük, toplumla birlikte varolan bir sanat niteliği taşıdığından, Türk Karikatürü, demokrasi aşamasında daha da güçlenmiş, özgür ve etkin bir sanat niteliği kazanmıştır.
500 TL. değerli pulda Ülkemizde karikatürün yayılmasına öncülük yapan Cemal Nadir Güler'in Amcabey tipi görüntülenmektedir.
1000 TL. değerli pulda da Ülkemizde grafik mizah karikatür türünün ilki kabul edilen Turhan Selçuk'un Abdülcanbaz tipi görüntülenmektedir.


1991.14
Türk Çocuk Masalları
Yapılarının gösterdiği özellik dolayısıyla masallar arasında kesin bir ayırım yapılamamakla birlikte, genel unsurları gözönüne alınarak Türk masalları Gerçekçi Masallar ve Hayalî Masallar diye iki kısma ayrılabilir.
Akıl ve mantık çerçevesine sığan, yaşanan hayatın olay ve kişilerine benzeyen masallara gerçekçi masallar, bütünüyle hayali olayları, hayali kahramanları gerçeğe, yaşanılan hayata uymayan olayları anlatan masallara da hayali masallar denilebilir.
Pullarda, hayali masalların en yaygın olanlarından Keloğlan ve Açıl Sofram Açıl masalı işlenmiştir.


2007.17

Gölge Oyunu Karakterleri
Gölge oyunu eski bir Türk eğlencesidir. Gölge oyununun kökü Asya’ ya kadar uzanmakta olup, hayvan derilerinden kesilerek hazırlanmış insan, hayvan, eşya gibi figürlerin bir ışık kaynağı önünde oynatılarak, gölgelerinin gerdirilmiş, beyaz bir perdeye düşürüldüğü gösteri sanatıdır.
Gazete, televizyon, radyo gibi iletişim araçlarının olmadığı zamanlarda toplumu hem eğlendirmiş, hem de zaman zaman siyasal içeriği ile kamuoyunu temsil ederek toplumun sesi olmuştur. Gölge oyunlan mukaddime (Bir olayın başlangıcı), muhavere (İki kişi arasında karşılıklı olarak yapılan konuşma), fasıl ve bitiş olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. Başrolünde Karagöz ve Hacivat adlı iki zıt karakter vardır. Karagöz halkın ahlak ve sağduyusunun temsilcisi olup, özü sözü birdir. Hacivat ise medrese eğitimi görmüş, kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutan entelektüel bir karakterdir. Oyunun akışına göre kendi kılık ve şiveleri ile Tuzsuz Deli Bekir, Tiryaki, Frenk, Zenne, Çelebi. Beberuhi gibi değişik tipler oyuna girip çıkarlar.
Gölge oyunu güldürücü sözlere ve nüktelere dayanan bir oyundur. Günümüzde ülkemizi tanıtıcı sanatların başında gelen Gölge oyunu turistik otel ve lokantalarda oynatılmaktadır.

2020.06 Ramazan Gelenekleri 
Anadolu insanı, eskiden beri Ramazana ayrı bir önem vermiş, onu en güzel şekilde yaşamış ve Ramazana özgü bir kültür oluşturmuştur. Ramazan ayındaki gelenekler, Anadolu'da Ramazanın birinci gününden başlayarak Ramazan Bayramı bitimine kadar devam etmektedir. Ramazan ayına girildiğinde, cami minareleri mahyalarla süslenmekte, hayır amacıyla iftar yemekleri verilmektedir. Ramazan topunun atılması ile başlanan iftar yemeği, ramazan davulcusu ile sürdürülen Ramazan gelenekleri bir başka yönüyle eğlence ayıdır. Teravih namazından sahura kadar geçen sürede panayır alanına dönüşen şehir merkezlerinde; çocukların büyük ilgi gösterdiği Hacivat-Karagöz oyunları, orta oyunu, meddah gibi çeşitli eğlence ve şenlikler düzenlenmektedir. Ramazan ayının bitmesiyle başlayan bayram ise belli başlı ritüelleri barındırmaktadır.

2008.02
Nasrettin Hoca'nın 800.Doğum Yıldönümü
Gülmece türünün öncüsü Nasreddin Hoca 1208 yılında Sivrihisar yöresinde doğmuş ve burada medrese eğitimi görmüştür. Babasının ölümünden sonra Akşehir'e yerleşerek İslam dini ile ilgili dersler almıştır. Nasreddin Hoca sağlam bir İslam inancına, köklü bir dini bilgiye ve ciddi bir ahlaki yapıya sahiptir.
Nasreddin Hoca' nın değeri gerek kendisinin yaşadığı olaylar, gerekse halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliği ile ölçülür. Birçok fıkrasında halkımızın sorunlarını pratik bir şekilde çözüm bularak, olaylar karşısındaki tavrı ve eleştiri becerisi ile Anadolu insanının duygularına tercüman olmuştur. Fıkralarının temel özelliklerinden birisi sözlü anlatıma uygun olarak kısa, açık, yalın, özlü ve halkı eğiten yaklaşımlara sahip olmasıdır. Nasreddin Hoca'nın fıkraları Türkçemizdeki halk söyleyişleri için zengin bir kaynak durumundadır.
Yaşadığı dönemin toplumunu ve insanını dikkatle gözlemleyen, hataları ve yanlışlıkları çekinmeden dile getiren, bunları kıvrak bir zekânın ürünü olarak ortaya çıkaran Nasreddin Hoca, Türk halk düşüncesini, dünya görüşünü, insan anlayışını en iyi şekilde anlatan ve ifade eden bilgemizdir.


1976.07
Nasrettin Hoca
Pul üzerinde anlatılan hikaye: Hoca, kasaptan ciğer alıp evine dönerken yolda bir arkadaşına raslar.Arkadaşı, Ciğeri vereceğim tarife göre pişirirsen çok lezzelli olur der. Hoca arkadaşının bir kağıda yazdığı tarifi alıp yoluna devam ederken, aniden bir çaylak ciğeri elinden kapar. Hoca kaçan kuşun arkasından bağırır, Boşuna heveslenme, ağız tadıyla yiyemeyeceksin, reçetesi bendedir.

1975.09
Dede Korkut Masalları
Burhan Taştan : ( Oğuz Han Destanı )
Bu destanlarda Hun Hükümdarı Mete’nin doğuşu, kağan oluşu, Türk birliğini kuruşu, ölümünden önce de ülkesini oğulları arasında paylaştırması anlatılır. Ebul Gazi Bahadır Han’ın Secere-i Terakime’sinde Hun-Oğuz destanıyla ( Mete Destanı ) ilgili bölümler bulunmaktadır. Uygur harfleriyle yazılı olan özgün nüshası Paris kütüphanesindedir. Oğuz Kağan destanı, M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapan Hun hükümdarı Mete’nin hayatı üzerine kurulmuştur. Tüm Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşamamıştır.
Bugün, elimizde Oğuz destanının üç farklı biçimi bulunmaktadır :XIII. ile XVI. yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve İslâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn’in Câmi üt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı İslâmi varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü’l-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.
Levent Akaylı : ( Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Hikayesi )
Oğuz ilinde Duha Koca Oğlu Deli Dumrul derler bir er vardı. Suyu akmayan kuru bir çayın üstüne köprü yaptıran Deli Dumrul, geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alırdı. Bunu yapmasının sebebi erliğini, bahadırlığını ispatlamak, ününü artırmaktı. Bir gün köprüsünün yanına konan bir bölük obadan ağlama sesleri duydu. Varıp yanlarına yetişti. "Niye gürültü ediyorsunuz" diye onlara çıkıştı. "Bir yiğidimiz öldü, onun için ağlayıp feryad ediyoruz." dediler. Deli Dumrul kimin öldürdüğünü sorunca "Allah'tan emir geldi, al kanatlı Azrail gelip o yiğidin canını aldı." dediler. Bunun üzerine Deli Dumrul "Bre kimdir o Azrail ki adamın canını alıyor? Allah'ım! Şu Azrail'i bana göster ki onunla savaşayım, o yiğidin canını kurtarayım. Azrail bir daha kimsenin canını da almasın." diye Allah'a yalvardı. Deli Dumrul'un bu sözü Allah'ın hoşuna gitmedi. Allah Teala Azrail'e emretti, "O delinin benzini sarart, canını hırıldat" dedi. Deli Dumrul kırk yiğidiyle yiyip içerken Azrail kimseye görünmeden çıka geldi. Onu sadece Deli Dumrul gördü. Onun heybetini görünce de eli ayağı tutmaz oldu. "Bre! Ne heybetli ihtiyarsın. Kimse seni görmedi. Sadece ben gördüm. Görünce de gözüm görmez, elim tutmaz oldu. Kimsin söyle bana" diye Azrail'e sordu. Azrail cevap verdi. "Bre deli! Al kanatlı Azrail benim. İşte geldim. Senin canını alacağım." Azrail böyle deyince Deli Dumrul kılıcına davrandı, Azrail'e hamle yaptı. Azrail de bir güvercin oldu, pencereden uçup gitti. Deli Dumrul bu duruma kahkaha ile güldü. "Yiğitlerim gördünüz mü, Azrail öyle korktu ki geniş kapıyı bırakıp dar bacadan kaçtı gitti. Ben de onu doğanımla takip edip yakalayacağım" dedi. Sonra atına bindi, doğanını aldı ve ardına düştü. Bir kaç güvercin bulup öldürdü. Geri dönüp evine gelirken Azrail atının gözüne göründü. At ürktü, Deli Dumrul yere düştü. Azrail göğsüne bastırdı, Deli Dumrul hırlamaya başladı. Azrail'den aman diledi. "O gün sarhoştum, ne dediğimi bilemedim, canımı alma, medet!" dedi. Azrail "Bana değil Allah'a yalvar." dedi. O da Allah'a bir güzel söz ile yalvardı. Allah'ın hoşuna gitti. "Deli Dumrul canı yerine can bulsun, onun canı âzât olsun." diye Azrail'e emretti. Azrail Allah'ın emrini Dumrul'a söyledi. Deli Dumrul "Bir ihtiyar anam, babam var, onlardan can isteyeyim, belki birisi verir." dedi. Deli Dumrul önce babasının yanına vardı. Başından geçenleri anlattı. Babasından can istedi. Babası "Oğul, Azrail'e söyle, ne isterse vereyim, malımı, mülkümü alsın. Ama canımı veremem. Anan benden daha sevgilidir. Anandan iste." dedi. Deli Dumrul anasının yanına vardı. Başından geçenleri anlattı. Anasından can istedi. Ama anası da "can tatlı" diyerek canını vermedi. Bunun üzerine Azrail Deli Dumrul'un canını almaya davrandı. Deli Dumrul aman diledi. "Canımı almadan önce karımla buluşayım. Onunla vedalaşayım. İki oğlum var, onları emanet edeyim. Sonra canımı al." dedi. Azrail kabul etti. Deli Dumrul karısının yanına vardı. Başından geçenleri anlattı. Bütün her şeyini ona emanet etti. "Benden sonra gönlün kimi severse onunla evlen. Oğlancıklarımı öksüz koyma!" dedi. Karısı bunu kabul etmedi. "Sen benim gönül verip sevdiğim, koç yiğidimsin. Sen olmadıktan sonra malı, mülkü neyleyim, başkasıyla niye evleneyim. Benim canım sana kurban olsun. Kadir Tanrı senin yerine benim canımı alsın." dedi. Bunun üzerine Azrail karısının canını almaya geldi. Deli Dumrul eşine kıyamadı. Allah Teala'ya yalvardı. "Yüceler yücesi güzel Tanrı, alırsan ikimizin canını birlikte al. Bırakırsan da ikimizin canını birlikte bırak." Deli Dumrul'un yalvarması Allah Teala'ya hoş geldi. Deli Dumrul ile karısının canını bağışladı. Onlara yüz kırk yıl ömür verdi. Anasıyla babasının canını aldı.
Dedem Korkut geldi, destan söyledi, deyiş dedi. "Bu destan Deli Dumrul'un olsun. Benden sonra alp ozanlar söylesin.Alnı açık cömert erenler dinlesin." dedi. 
Rita Antil : ( Salur Kazan'ın evinin yağmalanmasının hikayesi )
Bayındır Han'ın güveyisi, Uruz'un babası, yağız al atın sahibi Salur Kazan bir gün beyleriyle sohbet meclisindeyken onlara şöyle dedi: "Dinleyin beylerim, yata yata yanımız ağrıdı, dura dura belimiz kurudu. Varalım av avlayalım, kuş kuşlayalım, geyik yıkalım. Sonra otağımıza dönelim, yiyelim içelim, hoş geçelim." Beyleri bu durumu uygun buldular. Ancak Aruz Koca pis dinli Gürcistan yakınında oturduğunu, yurdunu, ak otağını kime emanet edeceğini sordu. Salur Kazan oğlu Uruz'u üç yüz yiğit ile otağda bırakacağını söyledi. Bunun üzerine Salur Kazan Oğuz Beyleriyle birlikte Ala dağa ava çıktı. Bu durumu gören casuslar hemen gidip azgın kafir Şökli Melik'e haber verdiler. Şökli Melik adamlarıyla birlikte gece yarısı Kazan Bey'in yurduna hücum etti. Salur Kazan'ın altın otağını yıktılar, oğlu Uruz'u, karısı Burla Hatun'u esir ettiler, ihtiyar anasını kara devenin boynuna astılar, malını mülkünü talan ettiler. Şökli Melik'in adamlarından biri, Kazan Bey'in Kapulu Derbendi'nde on bin koyunu olduğunu, onları da alıp Kazan'a büyük bir darbe daha vurmalarını söyledi. Şökli Melik oraya altı yüz kafir gönderdi. Bu sırada Salur Kazan'ın çobanı Karacık Çoban gece kaygılı bir rüya görmüş, bunun üzerine yatağından fırlayıp kardeşleri Kıyan Gücü ile Demir Gücü'nü de yanına alıp ağılın kapısında beklemeye başlamıştı. Bu sırada yanına taşlar yığıp alaca kollu sopasını eline almıştı. Onlar hazır bir şekilde beklerken altı yüz kafir hücum etti. Karacık Çoban sopasının ayasına taş koydu attı. Sapanına taş koydu attı. Yüz kadar kafiri öldürdü. Öyle bir cenk etti ki artık kafirlerin gözü korkup gerisin geri kaçtılar. Karacık Çoban'ın iki kardeşi şehit oldu. Bütün bu işler olurken meğer o gece Salur Kazan da kaygılı bir rüya gördü. Kara Göne'ye rüyasını anlatıp yorumlattı. Kara Göne'nin yorumuyla iyice kaygıları artan Salur Kazan otağının, ailesinin, askerinin durumundan endişe etti. Beylere ava devam etmelerini söyleyip kendisi yurduna vardı. Gelip gördü ki yurdu harap edilmiş, uçanlardan kuzgun kalmış, tazı dolaşmış yurtta kalmış. Bu halleri görünce Kazan Bey'in gözleri kan yaş doldu, kan damarları kaynadı. Yağız al atını ökçeledi, kafirin peşine düştü. Yolda giderken Karacık Çoban'ın kara köpeği karşısına geldi. Kazan Bey köpeği takip ederek Karacık Çoban'ın yanına geldi. Karacık Çoban olan biten her şeyi Salur Kazan'a anlattı. Bunun üzerine Salur Kazan intikam için Şökli Melik'e gitmeye davrandı. Çoban da gelmek, ona yardım etmek istedi. Hem de kardeşlerinin intikamını almış olacaktı. Ancak Kazan Bey çobanın yardımıyla bu işi yaparsa Oğuz beylerinin diline düşmekten korktu. Çobanı bir ağaca sıkıca bağladı ve tek başına gideceğini, kurtlar kuşlar gelmeden bir an önce kendini bu ağaçtan kurtarmasını söyledi. Çobana gayret geldi. Zorladı, koca ağacı yeriyle yurduyla kopardı, arkasına alıp Kazan Bey'in ardına düştü. Salur Kazan geri dönüp bakınca çobanın ağacı yüklenmiş peşinden geldiğini gördü. Bunun üzerine çobanın itaati hoşuna gitti. Ellerini çözdü ve alnından öptü. Eğer kafiri yener, evini, ailesini kurtarırsa kendisini tavlacı başı yapacağını söyledi. İkisi birlikte yola çıktılar. Bu sırada Şökli Melik adamlarıyla eğlencede, yiyip içmedeydi. Kutlamalar sürerken aklına Salur Kazan'ın hanımı Burla Hatun'a kadeh sundurmak geldi. Adamlarına bunu anlattı ve Burla Hatun'u getirmesi için birini gönderdi. Burla Hatun bunu işitince yanındaki kırk ince belli kızına tembihledi ki Burla Hatun kim diye sorarlarsa herkes "benim!" diyecekti. Şökli Melik'in adamı gelip de "Burla Hatun kim?" diye sorunca kırk yerden ses geldi. Durumu öğrenen Şökli Melik "Bre! Varın Kazan'ın oğlu Uruz'u getirin. Onu çengele asın, etinden koparın, pişirip bu kızlara yedirin. Kim ki etten yedi o değildir. Kim ki yemedi işte o Burla Hatun'dur." dedi. Burla Hatun oğlu Uruz'un yanına geldi ve olanları anlattı. Sonra da "Oğul senin etinden mi yiyeyim, yoksa Şökli kafirinin döşeğine mi gireyim?" diye sordu. Uruz "Ağzın kurusun ana, bu nasıl sözdür? Bırak beni assınlar, etimden koparsınlar. Herkes bir yerken sen iki ye, seni tanıyamasınlar. Sakın babamın namusunu lekelemeyesin!" dedi. Oğlu böyle söyleyince Burla Hatun ağladı, sızladı, kara saçını yoldu. Sonra kırk kızın arasına girdi. Kafirler Uruz'u kesmek için çengelin yanına getirdiler. Tam bu sırada Salur Kazan ile Karaca Çoban dört nala yetiştiler. Karaca Çoban'ın dana derisinden ayası, keçi tüyünden kolları olan bir sapanı var idi. Attığında on iki batman (86 kilo) taş atar, tozu dumana katardı. Çoban sapanını çatlattı, kafirin dünyasını şaşırttı. Ancak Salur Kazan "Dur Çoban, önce anamı kafirden isteyeyim. Atların ayakları altında kalmasın." dedi. Sonra Şökli Melik'ten anasını vermesini istedi. Şökli Melik vermedi. Sonra diğer Oğuz Beyleri yetişti. Abdest alıp iki rekat namaz kıldılar. Ardından kıyamet gibi bir savaş oldu. Dış Oğuz beyleri ile Deli Dündar sağdan, İç Oğuz beyleri ile Kazan Bey ortadan saldırdı. Şökli Melik'i ve adamlarını duman ettiler. On iki bin kafiri kılıçtan geçirdiler. Salur Kazan ailesini, hazinesini kurtardı. Otağını yeniden dikti. Karacık Çoban'ı da tavlacı başı yaptı. Yedi gün yedi gece eğlence oldu. Oğlu Uruz'un başına kırk köle ile kırk cariyeyi âzâd eyledi. Kahraman yiğitlerine ikramlarda bulundu.


© Pulhane Ltd.Şti.