MÜZİK
1985.05 - Avrupa Müzik Yılı ( Avrupa 1985 )
Ulvi Cemal Erkin ( 1906 - 1972 ): 1906 yılında İstanbul'da doğan Ulvi Cemal Erkin önceleri özel olarak piyano dersleri almış, 1925'de Devlet sınavını kazanarak Paris'e gitmiştir. Orada Nadia Boulanger ve Noel Gallon ile bestecilik çalışmaları yapmıştır. Yurdumuzda Devlet Konservatuvarı'nın kurulmasından sonra burada piyano öğretmenliği ve Konservatuvar Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. Aynı zamanda Ankara Devlet Operasında Orkestra Şefliği görevini de yürütmüştür. Devlet Sanatçısı Unvanına da sahip olan Ulvi Cemal Erkin 1972 yılında Ankara'da ölmüştür. 1943 Yılında bestelediği ve en çok tanınan eseri olarak kabul edilen
Köçekçe'den başka iki senfonisi, senfoniyetta, piyano - keman konçertoları da bulunmaktadır.
Mithat Fenmen ( 1916-1982 ): 1916 yılında İstanbul'da doğmuş, d'Antonini, Cemal Reşit Rey ve Adnan Bozçalı dan ilk piyano derslerini almıştır. 1935 yılında Paris'e giderek R. Casadesus ve Alfred Cortot ile piyano, Nadia Boulanger ile kompozisyon çalışmıştır. 1938 yılında Münih'e gitmiş, orada Stadelmann'dan klavsen, Sagerer'den org dersleri almıştır. 1939 yılında Türkiye'ye dönmüş, yurtiçi ve yurtdışında birçok konser ve resitaller vermiş, piyano ve orkestra için bir
Konçertino ile didaktik bir eser olan
Piyanistin Kitabı'nı yazmıştır. Devlet Sanatçısı Unvanına da sahip olan Mithat Fenmen Fransa Hükümeti tarafından
Palmes Academiques nişanı ile onurlandırılmıştır. 1982 yılında Ankara'da ölmüştür.
2022.22 - Neşet Ertaş
Orta Anadolu Abdal müziği geleneğinin son temsilcilerinden, saz ve söz ustası, bozkır kokan toprakların en güçlü nefesi...
Neşet ERTAŞ...
Kırşehir'in Kırtıllar köyünde 1938 yılında dünyaya gelmiştir. Annesini küçük yaşta kaybeden Neşet ERTAŞ, çocukluğunu babasının yanında ondan saz ve söz dinleyerek geçirir. Orta Anadolu Abdallarının temsilcilerinden, Bozlak ustası Muharrem ERTAŞ, oğlunun müziğe olan ilgisini fark eder ve bildiği her şeyi ona öğretir.
Neşet ERTAŞ ve ailesi uzun yıllar boyunca göçebe hayatı yaşar. Ancak, zamanla geçinmek zor hale gelince Neşet ERTAŞ, İstanbul'a gider. Bir süre İstanbul'da çeşitli gazinolarda sahne alır ve sonrasında memleket hasretine dayanamayarak bozkır kokan topraklara geri döner.
1950‘li yılların başlarında Neşet ERTAŞ, tekrar gurbet yoluna düşer ama bu defa adres Ankara'dır. TRT Ankara Radyosu'nda canlı olarak yayımlanan "Yurttan Sesler" programında, "Geleli gülmedim ben bu cihana" adlı bozlağı solo çalıp okumasından sonra Neşet ERTAŞ'ın adı ülke genelinde duyulur.
Neşet ERTAŞ'ın içli sesi memlekette yankılandıkça ünü katlanarak artmaya başlar. 1957 yılının sonunda ilk kayıtlarını babasının türküleri ile yapmıştır. "Neden garip garip ötersin bülbül" türküsünün adını taşıyan ilk taş plağını, diğer plakları ve halk konserleri takip eder.
Neşet ERTAŞ, 1976 yılında bir gün sahnedeyken parmaklarından felç geçirir. Almanya'da yaşayan kardeşinin yanına gidip tedavi olur. 1979-2003 yıllarında inzivaya çekilerek Almanya'da yaşar.
Neşet ERTAŞ, 2000 yılında İstanbul'da Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda verdiği konserle sahne hayatına geri döner. 2002 yılında kendisine verilen "Devlet Sanatçısı" unvanını geri çevirir. 2006 yılında TBMM Üstün Hizmet Ödülü'nde değer görülür. Bu ödülü kabul ederek "Devlet Sanatçılığı" unvanını reddetmesi hakkında şunları söyler: "O dönem Süleyman DEMİREL Cumhurbaşkanıydı. Devlet Sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, "hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor" diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım."
2009 yılında UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi kapsamında yapılan Ulusal Envanterlerden Yaşayan İnsan Hâzineleri Türkiye Ulusal Envanterine alınarak Yaşayan İnsan Hâzinesi kabul edilen Neşet ERTAŞ, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuvarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görüldü.
Neşet ERTAŞ, 25 Eylül 2012 tarihinde İzmir'de tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Cenazesi Kırşehir Bağbaşı Mezarlığı'nda babası Muharrem ERTAŞ'ın mezarı yanına ayak ucuna defnedildi. Mezar taşında şu sözler yazılıdır:
"Sakın ol ha, insanoğlu!
İncitme canı, incitme
Her can bir kalp, Hakk'a bağlı
İncitme canı, incitme."
"Bozkırın Tezenesi" ve Anadolu halk müziğinin efsane sanatçısını vefatının 10. yılında anmak için hazırlanan "Neşet ERTAŞ" konulu 2 adet anma pulu, ilkgün zarfı, blok şeklinde hazırlanan 2 adet seri numaralı pul, 4 adet posta kartı ve bu ürünleri içerisinde barındıran pul portföyü hazırlanarak 25.09.2022 tarihinde dolaşıma sunulmuştur.
2023.05/1383 - Aşık Veysel ŞATIROĞLU
AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU: Âşıklık geleneğinin önemli temsilcilerinden halk ozanı Veysel Şatıroğlu, Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyü'nde 25 Ekim 1894 günü dünyaya gelmiştir.
Türkçe'yi yalın bir şekilde ustaca kullanan Âşık Veysel eserlerinde toprak başta olmak üzere tabiat unsurlarına, birlik beraberliğe, dostluğa, insan ve vatan sevgisine, yaşadığı coğrafyanın ve dönemin sosyal ve toplumsal olaylarına yer vermiştir.
Ömrü yoksulluk ve zorluklarla geçen Âşık Veysel hayatını şu şiir ile dile getirmiştir:
GENÇ YAŞIMDA FELEK VURDU BAŞIMA
Genç yaşımda felek vurdu başıma
Aldırdım elimden iki gözümü
Yeni değmiş idim yedi yaşıma
Kay(ı)bettim baharımı yazımı
Bağlandım köşede kaldım bir zaman
Nice kimselere dedim elaman
On on beş yaşıma girince heman
Yavaş yavaş düzen ettim sazımı
Üç yüz onda gelmiş idim cihana
Dünyaya bakmadım ben kana kana
Kader böyle imiş çiçek bahana
Levh-i kalem kara yazmış yazımı
Geçirdim ömrümü hevayı heves
Derdim bir kimseye değildir kıyas
Her zaman her vakit kalbimde bu yas
Çarh-ı devran güldürmedi yüzümü
Bir vefasız zalim yâre bağlandım
Tarih üç yüz otuz beşte evlendim
Sekiz sene bir arada eğlendim
Zalim kâfir yetim koydu kuzumu
Ele geniş bana dünya dar oldu
Tahammülsüz gönlüm bikarar oldu
Günüm zindan gecelerim zâr oldu
Kader ile bölemedim kozumu
Veysel der dünyaya ben niye geldim
Her zaman ağladım ne zaman güldüm
Gönlüme teselli kendimde buldum
Sabır ile teskin ettim özümü
Veysel ŞATIROĞLU, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde 21 Mart 1973 günü hayatını kaybetmiştir. Âşık Veysel’in vefatının 50. yıl dönümü, 2023 yılı UNESCO anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alınmıştır. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile 2023 yılının Âşık Veysel Yılı olarak ulusal ve uluslararası etkinliklerle anılması kararlaştırılmıştır.
2022.03 - Alaeddin Yavaşca
Hacı Cemil Efendi ile Enver Hanım’ın oğulları olarak 1 Mart 1926'da. Kilis’te doğan Alaeddin YAVAŞÇA, Kilis Kemaliye ilkokulu ve Kilis Ortaokulu’nu bitirdikten sonra lise birinci sınıfa yatılı olarak Konya Lisesi'nde başlamıştır. Lise l. ve 2. sınıfı ise İstanbul Erkek Lisesinde birincilikle tamamlamıştır. 1951 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olarak 1955 yılında Kadın Doğum Uzmanı olmuştur.
Alaeddin YAVAŞÇA birçok hastanede Baş asistanlık ve Şef Muavinliği görevi yaptıktan sonra 1969 yılında açılan Vakıf Gureba Hastanesinde Şeflik yapmıştır. Sonrasında Haseki Hastanesi Kadın Doğum Kliniği Şefliğine naklen atanmış ve bu hastanenin Başhekimi olmuştur. Mesleğini çok severek yapan ünlü doktor çok sayıda bilimsel yayın yayımlamış, Ulusal ve Uluslararası sempozyumlara katılmış ve bildiriler sunmuştur.
Alaeddin YAVAŞÇA’nın musiki hayatı ise doğduğu ve ailece bağlı bulunduğu Kilis'te küçük yaşlarda başlamıştır. Henüz 8 yaşındayken Batı Musikisi keman dersleri aimıştır. İstanbul'a gittikten sonra ise birçok ünlü üstat ile birlikte çalışmıştır. İstanbul Belediye Konservatuarı, İleri Türk Musikisi Konservatuarı. İstanbul Üniversitesi Korosu gibi kuruluşlarda içra kabiliyeti ve musiki bilgisi geliştirdikten sonra Isunbul Radyosu sınavını kazanarak solist icracı olmuştur.
Türk Musukisi'nde devlete bağlı ılk konservatuarın kurucuları arasında yer alan sanatcı, İstanbul Teknik Ünüversitesi'nde Turk Musukisi Devlet Konservatuarı Profesörlüğü yapmıştır. Gaziantep Ünlversitesi, Fırat Üniversitesi, Osmangazi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversıtesi ve Atatürk Üniversitesi'nce kendisine Fahrı Doktora verilmiş olup 1991 yılında Devlet Sanatçısı olarak ödüllendirilmiştir. Aynca almış olduğu 200'u aşan ödülün yanısıra Türk Musikisi'ne yaptığı önemli katkılar nedeniyle kendisine müzik dalında 2008 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültur ve Sanat Büyük Ödülü, sanat dalında ise 2010 Yılı TBMM Üstün Hizmet Ödülü verilmiştir,
2021.12 - Zeki MÜREN
Bursa'da 6 Aralık 1931 tarihinde dünyaya gelen Zeki Müren, Kaya ve Hayriye Müren çiftinin tek çocuğuydu. Daha çocuk yaşta musikiye büyük ilgi duyan Zeki Müren, okul hayatında çok başarılı bir öğrenciydi. İlkokul ve ortaokul eğitimim Bursa'da tamamlayan sanatçı, lise eğitimi için babasına İstanbul'a gitme arzusundan bahsetti ve babasının da onayıyla İstanbul Boğaziçi Lisesine kaydoldu Liseyi birincilikle bitirdikten sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisine (şimdiki Mimar Sınan Üniversitesi) girdi ve burada Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen Atölyesinden mezun oldu. Zeki Müren, öğrencilik yıllarından itibaren gerek desen çalışmalarını, gerekse resimlerim birçok ilde sergiledi.
Henüz üniversite öğrencisiykcn 1950 yılında TRT İstanbul Radyosunun açtığı ve 186 adayın katıldığı solist sınavını birincilikle kazandı. 1951‘de, İstanbul Radyosunda canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi Şükrü Tunar’ın ’Bir Muhabbet Kuşu" güfteli şarkısı ile ilk plak çalışmasını yaptı ve bu plak sayesinde tüm Anadolu'da tanındı. Bu başarılı ilk konserinden ve plak çalışmasından sonra Zekı Müren Türkiye radyolarında düzenli olarak eserler seslendirmeye başladı. Çoğu canlı yayında gerçekleşen radyo programları on beş yıl sürdü. Zeki Müren ilk sahne konserini 26 Mayıs 1955 tarihinde verdi Ayrıca 1955 yılında. Manolyam adlı şarkısıyla, Türkiye'de ilk kez verilen "Altın Plak* ödülünü kazandı Sahnede genellikle kendi tasarladığı sahne kıyafetlerini giyiyordu. Sahnelere saz heyetine tek tıp kıyafet giydirmek, seyyar mikrofon kullanmak, T podyum kullanmak gibi çeşitli yenilikler getirmişti. 1950 lerin Türkiye'sinde alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne uygulamaları ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başarmıştı. Çünkü o, müziği ne kadar seviyorsa kendim dinlemeye gelen dinleyicilerini de o kadar seviyor onlara saygı duyuyordu.
Türk Sanat Müziğinin kadife sesi. Sanat Güneşi Zeki Müren, sanatın her dalında çok başarılıydı. Çok sayıda şarkı bestelemiş, birçok sinema filminin yanı sıra 'Çay ve Sempati’ adlı tiyatro oyununda da başrol oynamış ve yüze yakın şiirinin yer aldığı 'Bıldırcın Yağmuru’ adlı şiir kitabını çıkarmıştı.
Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı nedeniyle hayatının özellikle son 6 yılını sahne hayatından ve medyadan uzak geçirerek, Bodrum'daki evinde inzivaya çekildi. 24 Eylül 1996 Çarşamba günü, TRT İzmir Televizyonunda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Sanat Güneşi Zeki Müren, tüm mal varlığını Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı ve Türk Eğitim Vakfına bağışlamıştır.
1983.04 -Richard Wagner'in Ölümünün 100. Yılı
Richard Wagner, yaşadığı yüzyıla damgasını vuran ünlü bir Alman müzisyenidir. Müzik dünyasına getirdiği yeniliklerle tanınan Richard Wagner, çağında ünlü bir müzisyen olduğu kadar bir filozof olarak da ün kazanmıştır. 1813'de Leipzig' de doğmuş, 1883'de Venedik'de ölmüştür.
1991.09 - Mozart'ın Ölümünün 200. Yılı
27 Ocak 1756 tarihinde Salzburg'ta doğan Wolfgang Amadeus Mozart, yalnız müzik tarihinin değil, insanlık tarihinin de en büyük dehalarından biridir. 4 yaşındayken piyanoda ezgiler çıkaran, ilk bestesini 5, ilk senfonisini 8, ilk operasını da 13 yaşındayken yazan bu eşsiz insan, büyük sıkıntılara karşın, 36 yıllık kısa ömründe 600'den fazla yapıt vermiş ve 5 Aralık 1791 tarihinde ölmüştür.
Pulla ilgili bilgi ve dokümanlar Prof. Hikmet Şimşek'ten sağlanmış, kompozisyon ise Sanatçı Kenan Değer tarafından hazırlanmıştır.
1977.02 - Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın 150. Yılı
1826'da Osmanlı padişahı II. Mahmut devrinde İstanbul’da batılı bir bando oluşturmak düşüncesiyle Mızıka-ı Hümayun adı ile kurulan topluluk, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temelini oluşturur. Mızıka’ı Humayun 1924’te Atatürk’ün isteği ile Ankara’ya taşındı ve 1932’de Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası adını alarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak hizmetlerine devam etti. 1957 yılında Orkestranın Özel Kuruluş Yasası çıktı ve Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası adını aldı. Orkestra, günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıdır.
Mehter takımı yerine batılı bir askeri bando oluşturmak için kurulan Mızıka-ı Hümayun, zamanla çeşitli müzik, sahne sanatı ve eğlence dallarını (orkestra, kadınlar orkestrası, operet, tiyatro, karagöz, fasıl takımı gibi) bünyesinde toplayan bir örgüt olmuştu. Orkestranın başına başlangıçta İstanbul’da yaşayan Fransız uyruklu bir sanatçı getirildiyse de yetersiz olduğu görülünce Sardunya Hükümeti’nin tavsiyesi üzerine davet edilen Giuseppe Donizetti 17 Eylül 1828’de İstanbul’a gelerek Orkestra Şefliği’ne atandı. Donizetti, 1856’daki ölümüne kadar görevini sürdürdü. Donizetti’nin yerine İtalyan sanatçı Callisto Guatelli orkestranın yönetimine getirildi. Callisto’nun 1899’da ölümünden sonra Aranda Paşa orkestrayı yönetti. 1908’de flütist Saffet Bey ilk Türk şef olarak orkestranın başına geçti ve orkestraya yenilikler getirdi. Mızıka-ı Humayun’un ilk parlak sanatsal yükselişi, 1919’da 60 kişilik kadrosu ile Avrupa kentlerinde verilen konserler ile gerçekleşti. Konser öncesinde Mızıka-ı Humayun yönetciliği ile orkestra şefliği birbirinden ayrılarak Zeki Bey (Üngör)ilk defa bağımsız bir orkestra şefi olarak göreve başladı. Kurtuluş Savaşı yıllarında orkestra, Osmanlı Sultanı’na bağlı bir kurum olarak varlığını devam ettirdi, saltanat kaldırılınca halifeye bağlandı ve Makam-ı Hilafet Mızıkası adını aldı.Hilafetin kaldırılmasında 8 gün sonra, 11 Mart 1924’te orkestra, TBMM'nin karşısındaki binada Ankara’daki ilk konserini verdi. Yeni hükümetin önünde ilk sınavını böylece veren orkestra, 27 Nisan 1924 tarihinde Cumhurbaşkanı Atatürk’ün emri ile Ankara’ya taşındı. Zeki Bey’in yönetiminde çalışmalarına devam eden orkestra, Türk Ocağı’ndaki konserlerin yanı sıra radyo konserlerine önem verdi.
Cumhuriyet dönemindeki ilk yurtdışı turne 1926’da gerçekleşti. "Karadeniz Gemisi’ndeki Yerli Malı Sergisi'nin Avrupa sahil şehirlerine yaptığı 4 aylık geziye katılan orkestra, büyük ilgi gördü. 1932’ye kadar Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak çalışmayı sürdüren orkestra, 23 Haziran 1932’de Zeki Üngör’ün çabaları ile Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası adını alarak cumhuriyet ile özdeşleşti. Bu adın alınması ile bando ve orkestra kesin olarak birbirlerinden ayrıldı. Zeki Bey, 1934’te orkestradan ayrıldı. 1934’te Adnan Saygun, 1935’de Dr. Ernst Preatorius Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın şefi oldu. 1946- 1952 yılları arasında Hasan Ferit Alnar orkestrayı yönetti. 1957-1959’da Robert Lawrence, 1960-1962’de Bruno Bogo, 1960-1963’de Otto Matzerah, 1963-1971’de Prof. Gotthold E. Lessıng, 1971-1975’de Jean Perisson, 1977-1982’de Tadeusz Strugala orkestranın daimi şefi olmuştur 1959’da şef yardımcısı olan Hikmet Şimşek ise 1986’ya kadar görevini sürdürmüştür. 1988’de Gürer Aykal şef olmuştur. 1951’e kadar orkestrada idari ve sanat otoritesi tek şefte toplanmaktaydı.Orkestra sanatçıları 1951’de kendilerine bir yönetim kurulu seçtiler. Bu yönetim şekli 1957’de Kuruluş Özel Yasası ile resmileşti. Orkestra Yönetimi şu şekilde işlemektedir: Yönetim Kurulu ve Teknik kurul olmak üzere iki organ vardır. Her sene tekrarlanan bir seçimle orkestrayı yönetecek 5 kişilik yönetim kurulu belirlenir. Yönetim kurulu orkestranın senelik programını belirler, teknik kurul ise yabancı şef ve solistlerin seçimini yapar.
1998.09 - Çağdaş Sahne Sanatları
Sanat, insan yeteneklerini yalnızca fayda sağlamaya yönelik amaçlar için değil, evrenin ve dünyanın sırlarına erişebilmek, kişisel bunalımlarını yatıştırmak heyecanlarını duyurmak ve nihayet ruhsal özlemlerini uygun düzeyde yaşayabilmek isteğiyle kullanılması ve değerlendirilmesi anlamına gelmektedir.
Daha kapsamlı bir anlayışla sanat, İnsanın insan olma yazgı ve koşulunu yenme, kendini aşabilme çabasıdır. Bu amaç doğrultusunda ve aynı zamanda Türk Balesinin 50. Yılı nedeniyle Çağdaş Sahne Sanatları konulu pullarında dans, bale ve müzik gibi sanat dallarına yer verilmiştir.
2019.10 - Dünya Dansları
Dans insanın kendi duygu ve düşüncelerini anlatabilmesi, toplumla iletişim kurabilmesi için anlam içeren ritmik ve estetik hareketleri olarak tanımlanır. İsteklerimiz, korkularımız kısaca hayatın bütün renkleri dansa dönüşebilir.
Tango: Özünde derin bir melankoli barındıran, keskin hareketleri olan bir danstır. Aşkın ve tutkunun dansı olarak efsaneleşen bu dans aslinda umutsuz bir aşkı, yersiz yurtsuz bir kadını, dişlanmayı, hasreti, acı çekmeyi, tutkuyu anlatır. Klasikleşerek dans dünyasında ölümsüzleşen yerini almıştır.
Vals: Romantizmin, inceliğin, zarafetin en güzel resimlerinden birini çizen bu dans tüm salon danslarının kralı olarak bilinir. Dünya dans literatüründe önemli bir yeri olan vals dansı, partnerlerin birlikte belirli bir daire ekseninde hızlı, kayar gibi yapılan dönüşleri ile görsel şölen sunar.
1982.12 - Türk Müzik Aletleri
Davul: Türk vurmalı çalgılarının sembolü olarak kabul edilmektedir. Davul tarihimizde çok değişik amaçlarla kullanılmıştır. Türkiye’nin her yerinde değişik cins ve boylarda davul bulunmaktadır. Kasnak, ip ve deri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Tokmak ana ritmi, çubuk ise detayları çalmaktadır. Genellikle küçük davul, orta davul, büyük davul ve koltuk davulu gibi mahalli boyları ve adları bulunmaktadır.Türklerde kullanılan en eski çalgıdır. Sesinin gür oluşu ve etkisi nedeni ile bir haber aracı olarak ta kullanılmıştır.
Bağlama: Ülkemizde kullanımı en yaygın olan telli bir Türk Halk Çalgısıdır Yörelere ve ebatlarına göre bu çalgıya, Bağlama, Divan sazı, Bozuk, Çöğür, Kopuz Irızva, Cura, Tambura vb adlar verilmektedir
Bağlama ailesinin en küçük ve en ince ses veren çalgısı Curadır Curadan biraz daha büyük ve curaya göre bir oktav kalından ses veren çalgı ise Tamburadır Bağlama ailesinin en kalın ses veren çalgısı ise Divan Sazı'dır Tamburaya göre bir oktav kalından ses verir
Zurna: Üflemeli bir Türk Halk çalgısıdır Sesinin gürlüğü nedeniyle daha çok açık alanlarda; köy düğünlerinde, asker uğurlamada, spor faaliyetlerinde, halk oyunlarında ve benzeri törenlerde çalınmıştır Osmanlı döneminde mehter takımının birincil melodi çalgısı olmuştur Orta oyununda da kullanıldığı bilinmektedir Daha çok davul eşlikli çalınmaktadır Entenasyonun sağlanmasındaki güçlük ve ses hacminin çokluğu nedeniyle çalgı topluluklarında kullanılmaktadır Ancak son yıllarda bazı halk müziği çalgı topluluklarında kullanıldığı görülmektedir.
Kemençe: Güneydoğu Karadeniz bölgesinde yaygın olan ve rebap, keman türü yaylı çalgılarla akraba olduğu sanılan, bir yay yardımıyla çalınan üç telli geleneksel halk çalgısının adı olup, klasik kemençe ile karıştırılmasını önlemek amacıyla Karadeniz kemençesi ya da Laz kemençesi olarak da adlandırılmaktadır.
Mey: Mey görünürde,ördek gagasına benzeyen kargıdan yapılmış bir başlık ve gövdesi olan bir tahta parçasından oluşmaktırdır
Ancak bu kargı-tahta parçasının garip bir özelliği vardır. Hem erik ağacının yurdundan ayrı düşme hüznünü hem de kargının o
sulak topraklara hasretliğini anlatmaktadır.
Hepimizin bildiği üzere,Ney'in gerek edebiyat tarafından, gerekse felsefe tarafından bir ruhu, bir duygusu olduğu anlatılır. İşin aslı, aynı durum Mey için de geçerlidir. Ancak arada çok büyük bir fark vardır: Ney ruhani dertleri hüznü anlatır ve bu duygular ile çağlar Mey ise insani dertleri anlatır. Kimi zaman aşkı anlatır, kimi zaman ölüm hüznünü, kimi zaman gurbet acısını, Kısacası insani dertleri ve duyguları anlatır.
2002.11 -
Müzik 2002
Keman: Eşsiz güzellikteki sesi ile yaylı çalgılar ailesinin, solo ile orkestra çalgılarının en önemlisidir. Çene altı ile omuz arasına sıkıştırılarak çalınır. Küçük ve hafif bir çalgıdır. Metal veya hayvan bağırsağından yapılmış dört teli vardır. Kemanın ilk kez nerede yapıldığı bilinmemektedir. Orta çağda VİEL adıyla çalınan yaylı çalgılar kemanın atası sayılmaktadır. Bazı kaynaklar ise kemanın oğuz kemençesinden alındığını belirtmektedir.
Kontrbas: Telli ve Yaylı çalgıların en kalın sesli ve en büyük olanıdır. Büyüklüğü 1.8 metreden biraz uzundur. Dört teli vardır. Kontrbasla çalınması gereken parçalar gerçek sesin bir oktav tizinde olmak üzere Fa anahtarı ile yazılır. Kalın sesli olması nedeniyle orkestranın baslarını kuvvetlendirmektedir. 16. yüzyılın sonlarında Avrupa’da kullanılmaya başlanmış ve orkestralarda ki yerini almıştır.
2003.10 - Müzik 2003
Korno: Eski çağlarda boynuz veya fildişinden yapılmış, haberleşme amacıyla ve av borusu olarak kullanılmıştır. Orkestrada kullanılan korna prototipleri 17. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Pirinçten yapılmış, bakır alaşımlı ağızlıklı bir çalgıdır. Zamanla geliştirilerek günümüzdeki şeklini almıştır. Kornonun ses rengi hafif boğuk ve gizemlidir. Dağ, orman, av ve yiğitlik temalarını başarı ile yansıtan kornoda ses genişliği dudak hareketleri ile ekle edilir. Şekli obua'ya benzer olup orkestrada 3. obuacı tarafından çalınmakladır.
Trompet: Üflemeli çalgılann en eskilerinden biridir. Bakır üflemeli bir çalgı olup bir ağızlık ve tendi üzerine kıvrılmış silindir şeklindeki borudan oluşur. Orta kısmında 3 veya 4 piston bulunmaktadır. 15.yüzyılda geliştirilen trompetler, 17. yüzyılda orkestrada kullanılmaya başlanmıştır. Eski çağlarda dinsel ve askeri törenlerde çalınırken günümüzde Orkestrada çeşidi klasik, caz, pop ve diğer müzik türlerinde çalınan çok melodik ve solo bîr çalgı olup profesyonel orkestralarda devamlı kullanılmaktadır.
2014.13 - Ulusal Müzik Enstrümanları ( Avrupa 2014 )
İlk çağlardan itibaren anayurtlarından değişik kıtalara yayılan Türkler, kültürlerini dolayısıyla müzik aletlerini gittikleri yerlere taşımışlardır. Geçmişten günümüze, Orta Asya'dan Avrupa ortalanna kadar uzanan geniş bîr alanda varlığını sürdüren Türk toplumları, müzik hayatlarını canlandırmak için çeşitli özellikte birçok çalgı kullanmıştır. Ud, kabak kemane, tambur, rebab, kanun, kaval, bağlama ve benzeri müzik aletlerimiz günümüze kadar varlığını sürdürmüş ve sürdürmeye de devam edecek ulusal enstrümanlarımızdandır.
Kabak Kemane: Kabak Kemane, Türk Halk Müziğinin telli, yaylı ve deri kapaklı sazlarındandır. Yörelere ve biçimlerine göre farklı isimler alabilmektedir. Kabak kemane perdesiz bir çalgı olup her türlü kromatik ses rahatlıkla elde edilebilmektedir. Tekne kısmı genellikle su kabağından, sap kısmı İse sert ağaçlardan yapılmaktadır.
Ud: Ud, kopuz ailesinden ortaya çıkan telli bir Türk müziği çalgısıdır. Şekil olarak iri karınlı, kısa ve kıvrık saplı, kirişli ve mızrapla çalınan bir çalgıdır. Farklı coğrafyalarda farklı isimler alan bu saz medeniyetin ilerlemesi ile değişikliklere uğramış ve kendini yenilemiştir. Ud, tekne ( gövde ), göğüs ( kapak ), sap, burguluk ve teller olmak üzere beş esas elemandan meydana gelmektedir.
2019.06 - Müzik Aletleri
Müziğin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. En eski toplamlarda bile müzik, insanın ruhu ve varoluşu için önemli bir değere sahiptir, ilk müzik aletinin ne zaman ve nasıl icat edildiği kesin olarak bilinmemekle birlikte tarihçiler, hayvan kemiklerinden yapılmış olan flütlerin İlk müzik aleti olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
Müzik aletleri, insanlık tarihi boyunca folklorik zenginlikleri, kültür ve medeniyetleri en iyi ifade eden araçlardan biri olmuştur. Önceleri daha çok göçebe bir toplum otan Türkler, gittikleri yere kültürleri ile beraber birçok müzik aletini de götürmüşlerdir. Bunların arasında Tar, Ağız Kopuzu ve Erzurum Def'i de geçmişten günümüze kadar varlığını korumuş müzik aletlerimizdendir.
Tar: Mızraptı bir Türk halk çalgısı olan tar, ülkemizde özelikle Kars yöresinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Azerbaycan ve İran Azeri Türklerinin milli çalgısıdır. Teknesi, büyüklükleri birbirinden farklı iki çanaktan oluşmakta olup genellikle dut ağacından yapılmaktadır. Göğüs kısmı üzerine yayın balığının göğüs derisi ya da sığır yüreğinin zarı gerilir. Sap kısmı ise sert ağaçtan yapılmakta olup üzerine mısınadan perdeler bağlanmaktadır.
Ağız Kopuzu: Beş bin yılın üzerinde bir geçmişe sahip, Türklere özgü bir müzik afetidir. Metal alaşımdan yapılan ağız kopuzunun, el içine sigacak büyüklükte bir çatalı ve ortasında dikey bir metal dili bulunur. Ağız Kopuzu, ağız boşluğunun rezonansından yararlanılarak, ağızda oluşturulan değişik efektlerle beraber, dişler arasına sıkıştırılmış çatalın metal diline parmakla vurularak icra edilir.
Erzurum Defi: Türk halk çalgıları topluluklarının, vurmalı çalgılar ailesi üyesidir. Def, genel olarak değişik çap ve derinliklerde ağaçtan yapılan çemberin ( Kaşnağın ) bir tarafına gerilen deri ile biçimlendirilen vurmalı çalgıdır. Kaşnağına takılan zil sebebi ile "zilli" ya da "zilsiz" def olarak iki sınıfa ayrılır. Zilli def ailesinden olan Erzurum definin ortalama kasnak çapı 31-32 cm, derinliği ise 7 cm dlr. Kaşnağında 5 çift zil bulunur. Göğiis hizasında, İç yüzü icracısına bakılacak şekilde tutulur. Usule göre def, sol elle aşağı yukarı sallanarak, sağ elin deriye uyguladığı darpları İle icra edilir. Gereğinde zillere uygulanan parmak vuruşlarından da yararlanılır.