Pulhane Ltd.Şti.
Pulun Osmanlıda Doğduğu 19. Yüzyıl ortalarında Üsküdar'dan İstanbul
Sitemde Google
GÜZEL SANATLAR
GÜZEL SANATLAR

1982.03
Ressam İbrahim Çallı'nın Doğumunun 100. Yılı
Rüştiyeyi doğum yeri olan Çal'da, Mülki İdadisini ise İzmir'de bitirdikten sonra, ailesi tarafından askeri okula girmek üzere İstanbul'a gönderildi. Ancak; o, çocukluğunun tutkusu olan resim çalışmalarına yönelerek, o dönemde konaklamak için kaldığı handa konaklayan ve resim dersi alan Vefa İdadisi öğrencilerinin arasına katılarak resim dersleri almaya başladı. Parasını çaldırıp maddi sıkıntı içine girince arzuhalcilik ve daha sonra adliyede kâtiplik gibi farklı işlerde çalıştı. Ermeni asıllı bir ressamla tanıştı ve ondan resim dersleri aldı. Ressam Roben Efendi’den de resim dersleri alan Çallı, Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey’le tanıştı. İzzet Bey’in aracılığı ile Şeker Ahmet Paşa'nın önerisi üzerine 1906 yılında şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi.
İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişikliklerle birlikte, toplumun tüm kesimlerinde hemen hemen her alanda siyasal, sanatsal ve düşünsel yönden haklar verilince; Ressam Ruhi’nin önerisiyle çoğunluğu Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu Sami Yetik, Şevket Dağ, Hikmet Onat, Agah Bey, Mehmet Ruhi Arel, Ahmet Ziya Akbulut, Halil Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Nazmi Ziya Güran, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Mehmet Ali Laga ve Müfide Kadri gibi genç ressamlardan oluşan ve Türk ressamlarının ilk örgütü olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin üyesi oldu.
1910 yılında Maarif Vekaleti’nin açmış olduğu burs sınavını birinci olarak Çıplak Adam ve Harekat Ordusunun Muhafız Alayı'ndan Maksut Çavuş adlı çalışmalarıyla kazandı ve Fransa’ya gönderildi. 1910 ile 1914 yılları arası Paris’te Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Vallaury’nin yardımcısı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi’ne atanan sanatçı, müttefik ülkelere Türk toplumunun değişen yüzünü sanat yoluyla aktarmak amacıyla gerçekleştirilen “Şişli Atölyesi” etkinlikleri kapsamında ürettiği çalışmarının Viyana ve İstanbul sergilerinin 1917 yılında altı eseriyle katıldığı İstanbul sergisinde “Sanayi-i Nefise Madalyası” kazandı. 1914 Kuşağı onun adıyla “Çallı kuşağı” olarak anıldı.
Çallı'nın, iyi sanatçı olmanın yanı sıra iyi bir öğretmen olduğunu da yetiştirdiği öğrencilerden anlamak olasıdır. Şeref Akdik, Refik Epikman, Saim Özeren, Elif Naci, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu yetiştirdiği öğrenciler arasında gösterilebilir.
1947 yılında, 65 yaşında akademiden emekliliğe sevk edilen Çallı, üzüntüsünü her vesilede ifade etmişti. Aynı yıl Her Hafta dergisinde yayımlanan röportajda "En verimli zamanımda çocuklarımdan ayrılmış olduğum için sahi müteessirim" diyordu. Heykeltraş İhsan Bey emekliliğe sevk edildiğinde akademi heyeti ve müdürüyle birlikte harekete geçip görev süresini üç yıl uzattıklarını hatırlattıktan sonra, öğrencilerinin böyle bir fırsat için kendisine destek vermemesinden yakınıyordu. Aynı röportajda, Çallı'nın emekliye sevk edilmesinde akademinin resim bölümü başkanı Leopold Levy'ye yönelttiği eleştirilerin etkili olduğu iddialarına da yer verilmişti.
22 Mayıs 1960 yılında mide kanaması sonucu İstanbul’da yaşamını yitirmiştir.
Pullarda İbrahim Çallı'nın Manolyalar, Balıkcı ve Dikiş Diken Kadın tablolarını yer almlaktadır.

1969.04
Hafsa Sultan
Yavuz Sultan Selim'in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman'ın annesidir. Ayşe Hafsa Sultan, 5 Aralık 1479 tarihinde Bahçesaray, Kırım, Ukrayna'da doğmuştur. Kırım hanı Mengli Giray'ın kızıdır. 1493′de Şehzade Selim”in Hasekisi oldu. 16 yıl Trabzon Sarayında yaşadılar.
Hafsa Sultan resmi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitusü tarafından temin edilmiştir. Kimin tarafından yapıldığı bulunamadı.

1970.11
Tablo 1 - Türk Ressamları - Şeker Ahmet Paşa - Osman Hamdi
Şeker Ahmet Paşa ( Ahmet Ali Paşa ) ( 1841 - 1907 ) - ( Karaca Tablosu ):
14 yaşında imtihanla tıbbiye mektebine girmiş 4 sene sonra talebe olduğu halde okulun resim öğretmenliğine tayin olmuştur. 1864 de Paris’e gönderilmiş ( Gustav Bulunge )'nin talebeliğini yaptıktan sonra imtihanla Paris Güzel Sanatlar mektebine alınmıştır. İstanbul’da çeşitli okullarda resim öğretmenliği yapmıştır. Şu yabancı ülkelerde ödüller almıştır; Almanya, Avusturya, Fransa, İtalya, Japonya, İran, Rusya, Habeşistan, Belçika, Danimarka, Yunanistan, Hollanda, Hindiçini, Karadağ, İsveç, Norveç, Siyam ve Bulgaristan.
Osman Hamdi ( İstanbul 1842-1910 ) - ( Mimozalı Kadın Tablosu ):
İstanbul’da doğdu. 1857 de Hukuk tahsili için Paris’e gitmişse de resme olan sevgisinden dolayı ressamlığı tercih etmiştir. Ressam Bulanjer ve Jeront hocaları idi. Yabancı sergilerden pek çok madalyalar aldı. 1881 de büyük müze müdürü oldu. 1882 de de Sanayii nefise mektebini kurdu. Bazı meşhur tabloları: Seyfiyat, Silah Taciri ( Londra Müzesinde ), Bursa’da Yeşil Camide, Halıcı Acem, Mütalâa, Cami kapısı, Çeşme (Londra Müzesinde)
1970.20
Tablo 2 - Türk Ressamları - Hüseyin Avni Lifij - Nazmi Ziya
Hüseyin Avni Lifij ( 1889-1927 ):
Bir yıl Sanayi Nefisede çalışmış ve İstanbul Sultanisine resim öğretmeni olmuştur. Bir süre sonra Veliaht Abdülmecit tarafından Paris'e gönderilmiştir. Orada ( Corman ) Atölyesinde 5 yıl çaliştıktan sonra İstanbul’a dönen ressam, İstanbul Lisesi ve Güzel Sanatlar Akademisinde öğretmenlik yapmıştır.
Bazı Tabloları; Harp, Kış, Servili sokak ( Karakalem ), Mezarlık, Haliç
Nazmi Ziya ( 1881-1937 ): Türk empresyonist akımının en kuvvetli manzara ressamı Nazmi Ziyadır. Empresyonist paletine sadık kaldığı için eserleri çok renkli ve parlaktır. Sanayi Nefise mektebinden sonra 1908 de Paris'e gitti. Orada ( Julian ) atölyesinde çalıştı. Fakat Paris’de kaldıkça Empresyonizme bağlanmıştı. İstanbul’a döndüğünde de kültür çalışmalarına devam etti.
Ressam Avni Lifij’in Fevzi Çakmak Tablosu 36X52 mm.
Ressam Nazmi Ziya'nın Yelkenliler Tablosu Yelkenliler 71x34 mm.
1971.04

Tablo - 3 Türk Ressamları - Ahmet Şekür - Ahmet Ragıp Bıçakcılar
Ahmet Şekür:
( Önünden bir dere geçen köy ) 1856 doğumlu, Emin Bey ve Hüsnü Melek Hanım’ın oğullarıdır. 1875 yılında Mekteb-i Harbiye’den mezun olur. Aynı yıl bu okula tarama ve meç muallimi olarak atanır. 1888 tarihli salnamede Şekür’ün binbaşı olarak ve 1894 tarihli Mirat-ı Harbiye’de Kaymakam olarak Harbiye’nin meç ve harita hocası olduğu belirtilir.
“ ( Şekür Efendi Nur’u Osmaniye ) 1895 yılında altın ve gümüş imtiyaz madalyalarıyla taltif edilir. 1898’de Harbiye’deki öğretmenliğine ek olarak Meclis-i Muarif-i Askeriye azalığına tayin olur. Osmani, Mecidi; altın ve seniye madalyalarıyla da taltif edilir. Hoca Ali Rıza’nın çok beğendiği ve onun hakkında büyük ümitler beslediği talebelerindendir ”. 
Bu bilgileri Sami Yetik şu satırlarla doğrular: “ Resim müzemizde eserleri bulunan Kaymakam Şekür, Harbiye Mektebi meç ve iskrim muallimi olarak tanınmış, resimle de iştigal ettiği söylenir bir zattı”. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan, Lefke Kasabasından Görünüm adlı 19. yüzyıl sonuna tarihlenen resim, Pertev Boyar’ın 1948 tarihli Türk Ressamları kitabının 58. sayfasında basılı bulunmaktadır. Bu resim Asker ressamların fotoğraf karşısında çalıştıkları düşüncesinin başlamasına ve bu konunun kanıtlanmasına yol açan bir çalışma olarak da önem taşır. 
İstanbul Üniversitesi Kitaplığı’ndaki araştırmalarımızda “Lefke Kasabası” adlı yapıtın fotodan yapıldığını saptadığımız Ahmet Şekür’ü baskı resim ve foto gibi araçlardan kaynaklanan sanatçılar arasında görmemiz doğaldır. Bu durum genellikle meslek etüdü için yurtdışına çıkmamış sanatçıların bir özelliğidir. Ancak bu araçların olanaklarını yakalayabilmek, mesleki bilgi ve deneyimlerini üstün beceri düzeyine ulaştırmış yeteneklere özgüdür. 
1890 yıllarının koşullarında çekilmiş bu foto, bize derinliklerden ve yeterli netlikten uzak görünmektedir. Kaymakam Şekür askeri okullarda öğrendiği bilgilerle, seçtiği ya da kendisine verilmiş olan geniş mekânlı panoramik bir kasaba fotosunu hareket noktası olarak ele alıyor.” Dönemin resim anlayışı içinde ele alındığında inanılmaz bir kompozisyon düzeni ve perspektif anlayışı yansıtan Şekür, resimlerinin altyapısında fotoğrafların varlığı açıkça belli olmaktadır. 
Ahmet Şekür’ün Kâğıthane Deresi resmi de asker ressamların duyarlığını yansıtan resimlere imza attığını kanıtlamaktadır. “Düzce Ovası” ve “Bursa Ovası” adlı tablolarını, fotoğraftan yararlanarak yaptı. Kâğıthane köşklerini resimlerine konu edindi. 
Yapıtları İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndedir. 1. Lefke Kasabası ( Sakarya Nehri ) Tuval üzerine yağlıboya 89x116,5 cm.
2. Bursa’dan Çekirge Tuval üzerine yağlıboya 73x99 cm. 3. Kağıthane Deresi Tuval üzerine yağlıboya 69.5x100cm. 
Ahmet Ragıp Bıçakcılar: ( Yıldız Sarayı bahçeslnden ) “Darüşşafakalılar” olarak anılan sanatçılar arasındadır. Bu grubun yaptıkları resimlerin konusunu, II. Abdülhamid döneminin Yıldız Sarayı, Kâğıthane, Yıldız Camii, Ihlamur köşkleri ve yapılarındaki fıskiyeler, havuzlu bahçeler, yapılara giden fenerli yollar, yapı gruplarının uzaktan ya da yakından görünümleri, çok az görülse de ziyafet sofralı bir iç mekânın yanı sıra İstanbul ya da Anadolu yörelerinden görünümler oluşturur. Fotoğrafik yorum ustaları olan Darüşşafakalı sanatçılar, fotoğraf kompozisyonunda yer alan insan figürleri ve diğer detayları arındırarak duru, sakin, adeta düşsel resimler gerçekleştirmiştir. Fotoğrafı arındırma ve müdahale yöntemiyle resim yapan bu sanatçılar, 19. yüzyıl Türk resim sanatının özgün yorumcularıdır.

1971.21
Tablo - 4 Türk Ressamları - Ressam Cemal
Ressam Cemal :
( Eyüplü ) Cemal primitif diye adlandırılan Darüşşafakalılar grubunda yer alan sanatçılardandır. XIX. yüzyıl Türk resminin bilinen en eski temsilcilerinden ve asker kökenli ressamlardandır.
Ressam ( Eyüplü ) Cemal tarafından yapılan; I. Sultan ve Maiyeti ile Çinili Köşk isimli tablolar pullarda konu olarak kullanılmıştır.

1972.06
Tablo V - Türk Ressamları - Şeker Ahmet Paşa - Osman Hamdi
Şeker Ahmet Paşa ( İstanbul 1841-1907 ):
Türk tarihinde, kendi adına resim sergisi açmış olan ilk ressam olan Şeker Ahmet Paşa, natürmort ve manzara resimleri ile ünlüdür. 1841 yılında, Üsküdar‘da doğan Şeker Ahmet Paşa’nın gerçek adı Ahmet Ali‘dir. Çocukluk hayatını İstanbul‘da geçiren Ahmet Paşa, 1885yılında tıp eğitimi görmek için başladığı Tıbbiye Mektebi‘ndeki tahsilini yarıda bırakarak Harbiye Mektebi‘ne geçti. Tıbbiye yıllarında başladığı ve Harbiye’de de devam ettirdiği resim hayatı, Sultan Abdülaziz‘in dikkatini çekmesini sağladı. 1863 yılında, bizzat sultan tarafından Paris‘e, resim eğitimi almaya gönderildi. Paris’te, Boulanger ve Gerome atölyelerinde çalıştığı zaman diliminde, Corot, Coubert ve Daubigny gibi ünlü ressamlardan etkilenen Ahmet Paşa, 1869 yılında, Paris’te açtığı ve yağlıboya çalışmalarının yanı sıra Abdülaziz’in karakalem bir portresini de içeren sergi ile birlikte mezun oldu. Fransız-Alman harbinin başlaması ile birlikte Fransa‘da kalmak için sebebi kalmayan Ahmet Paşa, 1871 yılında Osmanlı‘ya geri döndü. İstanbul‘da, Tıbbiye Mektebi‘nde resim öğretmenliği görevine atandığı bu yıllarda, karakteristik özelliklerinden dolayı “Şeker” lakabı aldı. 27 Nisan 1873 yılında, resim öğretmeni olarak çalıştığı Bayazıt Zeyrek Kaptan-ı İbrahim Paşa Mektebi‘ndeki öğrencileri ve çalışma arkadaşları ile birlikte Osmanlı’daki ilk resim sergisini açtı. O döneme kadar Osmanlı’da dinsel motiflerden öteye gitmemiş olan resim sanatının ilk Batı’laşma örneklerinden birisi olan bu sergi ile birlikte modern resim sanatı ve akımları da Osmanlı’da başlamış oldu. Padişahın da taktirini kazanmış olan Ahmet Paşa, ilk olarak padişah yaverliği görevine getirildi, bunu sırasıyla 1884’te Mirliva (Tuğgeneral), 1890’da da Ferik (Tümgeneral) rütbeleri izledi. Şeker Ahmet Paşa, 5 Mayıs 1907 yılında, İstanbul’da kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Cenazesi, Sokullu Mehmet Paşa Türbesi‘ne defnedildi. Şeker Ahmet Paşa, resimlerinde doğa manzaraları, hayvan portreleri gibi konuları işlemiş, insan figürlerinden ise uzakta durmuştur. Asıl ustalığını gerçekleştirdiği alan olarak ise natürmort gösterilmektedir. Resimlerinin önemli bir bölümü İstanbul ve Ankara Resim Heykel Müzeleri ile, Sakıp Sabancı Müzesi ve bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Önemli eserleri; Geyikli Peysaj, Bursa’da Bir Orman, Karpuzlu Natürmort, Kendi Portresi, Talim Yapan Erler.
Osman Hamdi ( İstanbul, 1842-1910 ): Osman Hamdi Bey, batı terbiyesiyle yetişmiş ancak içinde bulunduğu kültürden uzaklaşmadan bunu yansıtabilmiş döneminin en önemli ressamlarından biridir. Sanat alanında tanınmasının yanında, arkeoloji alanında da birçok çalışmaya katılmış hatta Türkiye sınırları içindeki “İlk Türk Müzesi“nin kurucusu olmuştur.
Babası İbrahim Edhem Bey, Osmanlı Devleti‘nde eğitim için Avrupa’ya gönderilen ilk dört gençten biriydi. 2. Mahmudzamanında Sakız Adası‘nda çıkan bir isyanda esir alınarak İstanbul’a getirilen babası, Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa‘ya köle olarak satılmıştı. 1829 yılında Sultan’nın izni ile Avrupa’ya eğitime gönderildi. Türkiye’ye döndükten sonra 1877 yılında Sadrazamlığa yükseldi.
Osman Hamdi Bey, eğitimli bir ailenin çocuğu olarak 1842 yılında İstanbul‘da doğdu. İlkokul eğitimini Beşiktaş’da bir okulda alan Osman Hamdi, 1856‘da Mekteb-i Maarif-i Adliye‘ye devam etti. 1857 yılında 15 yaşında iken hukuk eğitimi alması için babası tarafından Paris‘e gönderildi ve burada 12 yıl kaldı. Paris’de iken aralarında ünlü ressam Jean-Leon Gerome‘un da bulunduğu atölyelerde çalışma fırsatı buldu. 22 yaşındayken Paris’te tanıştığı Marie adlı bir kızla evlendi ve 10 sene evli kaldılar. Bu evlilikten iki tane kızları olmuştu. 1869 yılında İstanbul’a döndüğünde Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü‘ne getirildi. Ardından 1871 de Saray Protokol Müdür Yardımcılığı‘na atandı. 1873‘de Viyana’da Uluslararası Sergi Komiserliği görevi sırasında ikinci eşi ile evliliğini yaptı. 11 Eylül1881 tarihinde Müze-i Humayun‘da müdürlük görevine atandı. Burada birçok reformlar yaparak batılı anlamda müzeciliği Osmanlıya getirdi.1883 yılında kuruculuğunu üstlendiği Sanayi-i Nefise Mekteb-i Aliye‘nin müdürlüğünü yaptı. Yaptığı arkeolojik kazılar ve ülkenin topraklarına ait kültürel değerleri sahiplenme bilinciyle çıkarttığı Asar-ı Atîka Nizamnamesi ile Türk Tarih ve Arkeoloji’sine büyük katkılarda bulundu. yaptığı kazılar arasında Lagita Tapınağı ve İskender Lahitide bulunmaktadır. Bu büyük eserlerin sergilenmesi için 1891 yılında “ilk türk müze binası” olan İstanbul Arkeoloji Müzesi‘ni açtı. Babasının Dahiliye Nazırı olmasından faydalanarak vilayetlere gönderilen genelgeler ile, Anadolu’nun her yerinden eserler istanbul’daki müzeye gönderildi.
Müzeciliğinin yanında ressam olarak da önemli eserler verdi. Resimlerinde Paris’de bulunduğu dönem eğitim aldığı Geromeve Boulanger‘in etkileri görülmektedir. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdı. Eserlerinde ayrıca oryantalizm etkileri de görülmetedir. Kadın temasını sıklıkla tekrar etmiştir. En ünlü yapıtları ise Kaplumbağa Terbiyecisi (1906) ve Silah Taciri (1908)’dir. “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı resminde Lale Devri‘ne ve Sadabat Eğlencelerine dair ipuçları bulunmaktadır. Resimde ayrıca tek ışık kaynağından gelen ışığın ana öğeler üzerinde yoğunlaşması sonucu gereksiz detaylardan arındırıldığı anlaşılmaktadır. Bir diğer önemli resmin olan “Silah Taciri”nde ise kendisini ve oğlunu resmettiği düşünülmektedir. Resimdeki diğer ana öğeler ise tüfekler, kılıçlar ve başlıklardır.Osman Hamdi Bey’in resimleri bir anlamda batının oryantalizmine bir bakış açısıdır. Batılı uslubu kullanırken, konu olarak kendi kültürünü seçmiştir.
1884 yılında Gebze, Eskihisar Köyü‘ndeki köşke karısı Naibe Hanım, oğlu ve kızını da alarak yerleşti. Aile yakınları başta olmak üzere birçok insanın da portre çalışmalarını bu dönemde yaptı. Bugün bu köşk “Osman Hamdi Bey Müzesi” olarak hizmet vermektedir.
24 Şubat1910‘da İstanbul, Kuruçeşme‘de vefat eden Osman Hamdi Bey’in mezarı Çinili Köşk’de bulunmaktadır.
Önemli Eserleri: Kahve Ocağı (1879), Haremden (1880), İki Müzisyen Kız (1880), Kuran okuyan Kız (1880), Çarşaflanan Kadınlar (1880), Vazo Yerleştiren Kız (1881), Gebze’den Manzara (1881), Çekik Gözlü Kız-Tevfika (1882) Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız I
Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız II (1890), Feraceli Kadınlar (1904), Pembe Başlıklı Kız (1904), Kaplumbağa Terbiyecisi (1906). Mimozalı Kadın (1906), Şehzade Türbesinde Derviş (1908), Silah Taciri (1908), Beyaz Entarili Kız (1908),Sarı Kurdeleli Kız (1909)
Pulda İşlenen Konu: Şeker Ahmet Paşa’nın ( Orman ) ve Osman Hamdi’nin ( Gebze ) tabloları.

1973.03
Tablolar VI - Ahmet Ziya Akbulut - Süleyman Seyid
Süleyman Seyid ( 1842-1913 ) ( Çiçekler ):
Türk resim sanatının ilk kuşak ressamları arasındadır. Askeri okullarda toplam 36 yıl resim dersi vermiş; çok sayıda natürmort ve konularını güzellik kaynağı olarak gördüğü Üsküdar’dan seçtiği manzara resimleri yapmıştır. 1842'de İstanbul'da dünyaya geldi. Anadolu Maltepesi eşrafından Hacı İsmail Efendi’nin oğludur. Dedesi ünlü bir sedef kakma ustası idi. İlk ve orta öğrenimini Maltepe ve Maçka Askeri okullarında tamamladıktan sonra Harbiye Mektebi'ne girdi. İdadi ve Harbiye’de iken yaptığı karakalem ve suluboya etütleri ile hocaları Schranz ve ve Kes’in dikkatini çekmiştir.1862'de Paris'te açılan Mekteb-i Osmani'ye gönderilen ilk talebeler arasında yer aldı ve bu okulda eğitim gördü. Bu okulun 1875’te kapanmasından sonra dönemin ünlü hocalarından ressam Cabanel’in (1880 – 1889) atölyesine girdi. Paris'te sekiz yıl kaldıktan sonra bir yıl da İtalya'da çalışmalarını sürdürdü. 1870 yılında İstanbul'a döndü. Süleyman Seyyid yurda döndükten sonra Harbiye Mektebi resim öğretmenliğine tayin edildi, ancak okulun diğer resim öğretmeni olan Şeker Ahmet Paşa ile Paris’teki öğrencilikleri döneminde başlayıp giderek büyüyen sanat yaklaşımları konusundaki fikir ayrılıkları nedeni ile buradaki görevinden istifa ederek 1880’de Kuleli Askeri İdadisi'ne geçti. 1884 yılında ise Askeri Tıbbıye İdadisi resim öğretmenliğine geçerek, sanat hayatı ve öğretmenliği 1910 senesine kadar 26 sene boyunca bu sürdürdü. Süleyman Seyyit Bey, askeri mekteplerde toplam olarak 36 yıl hocalık yapmış; miralaylık rütbesine kadar yükselmiştir. Bu nedenle subaylar ve doktorlar arasında tanınır. Leylaklar adlı ünlü natürmortu ile Paris Dünya Sergisi’nden madalya kazanan Süleyman Seyyid, Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’nin ilk kuruluşunda ders programlarını düzenleyerek Tanzimat döneminde Batılılaşma hareketine katkılar sağlamış ayrıca İstikbal ve Osmanlı gazetelerinde sanat yazarlığı ve çevirmenlik görevlerini de üstlenmiştir. Sanatçı, çalışma hayatı boyunca Üsküdar Nuhkuyusu’nda büyük ahşap bir evde yaşadı; Çamlıca, Kısıklı, Bulgurlu, Hekimbaşı, Dudullu, Kayışdağı, Alemdağı, Fenerbahçe gibi yerler onun için esin kaynağı oldu. Ancak Üsküdar’la ilgili resimlerinin çok azı günümüze ulaştı. 1910 yılında albay rütbesi ile emekli oldu ve Sarıyer'e taşındı. Pertev Boyar’a göre, hak ettiği maaşları tahsil edebilmek için uzun süre emek verdiği değerli eserlerini zamanın ileri gelenlerine hediye etmek zorunda kalarak mağdur da olmuş ve hayatta iken yapıtlarından dolayı hiçbir maddi yarar elde edememişti. Sanatçı, 23 Eylül 1913’te Sarıyer'de vefat etti.
Ahmet Ziya Akbulut ( 1869- 1938 ) ( Beyazıt Eski İmaret Binası ):
Harbiye'den 1887 yılında mezun oldu. İlk sanat zevkini Kuleli Askeri Lisesi'nde Osman Nuri Paşa'dan, Harbiye'de ise Hoca Ali Rıza Beyden aldı. Mezuniyetinden sonra Erkan-ı Harbiye resimhanesine atanarak 1894 yılına kadar burada çalıştı. Bu tarihte yüzbaşılığa yükselince Osman Nuri Paşa 'ya yardımcı olarak Kuleli Askeri Lisesi'ne atandı. 1894 yılında Ameli Menazır ve 1896 yılında Usulu Ameliye-i Fenni Menazır adlı eserleri yayınlandı. Ahmet Ziya Akbulut sanata olduğu kadar, matematik ve astronomiye de meraklıydı. Takvimi ziyayı o tertip etti ve yayınladı. Aynı zamanda menazırcı ( perspektifçi ) olarak da ünlendi. Eserleri de bunu ortaya koymaktadır. 1898'de Mekatibi Askeriye matbaası müdürlüğüne atanan Ahmet Ziya, 1905'te binbaşı oldu ve 1913'te kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti başkanlığına getirildi. Bu cemiyetin gazetesinde perspektif dersleri veren sanatçı, 1914'te emekliye ayrıldı. Sanayi-i Nefise Mektebi Ulumu Riyaziye ( Matematik ) ve Fenni Manazır ( Perspektif ) öğretmenliğine başladı. Burada 1938 yılına kadar hizmet eden sanatçı son sene müdür muavini olarak da görev aldı. Eski Beyazıt imareti, Sultan Ahmet Camii, Mihrimah Sultan Camii belli başlı eserlerdir. Ahmet Ziya 1937 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi açılıncaya ve Atatürk'ün emriyle her ressam oraya birer ikişer eser bağışı yapıncaya kadar keşfedilmeyen bir sanatçı olarak kaldı. Herkesin gözünde o, bir ressamdan çok bir perspektif hocasıydı. Sultanahmet camii isimli eseri, öğretmeni Osman Hamdi Bey'in ona mezuniyet görevi olarak verdiği resimdir. Ahmet Ziya haftalarca at meydanına giderek açık havada, Dikilitaş yönünden caminin resmini yaparken; kapı üzeri kendisine çok çıplak göründüğünden bu boşluğu güzel bir şehnişinle doldurdu. Resimleri inceleyen Osman Hamdi Bey tarafından "tabiata müdahale edilemeyeceği" gerekçesiyle notu kırıldı. Sanayi-i Nefise'de müdür muavinliği görevini yürütürken 1938 yılında vefat etmiştir.
1986.10
Tablo - VII - Feyhaman DURAN - H. Avni LİFİJ
Feyhaman DURAN ( İstanbul 1886-1970 ):
Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Sonra bu liseye yazı ve resim öğretmeni oldu. 1910 da Paris'e resim öğrenimi yapmaya gönderildi. Orada Academie Julian'da ve Ecole de Beaux Arts'da, Cormon ve Jean Paul Laurens'in atölyesi'nde çalıştı. Türkiye'ye dönünce ( 1918 ) Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim öğretmenliğine getirildi. Eserlerinde hocası Cormon'un etkisi görülür.
H. Avni LİFİJ ( Samsun 1886-İstanbul 1927 ): Kafkasyalı bir ailenin oğludur. Küçük yaşta ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. İlk öğreniminden sonra Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi. Paris'e gönderildi. Cormon atelyesi'nde çalıştı. 1912 de İstanbul'a döndü. Lifij şiir ve edebiyatla uğraştı. Eserlerinde kendine özgü bir romantizm, renk ve desen anlayışı vardır. Birinci Dünya savaşı sırasında Şişli'de kurulan bir atölyede kahramanlık konularındaki resim çalınmalarına katıldı. Eserleri özel koleksiyonlarda, Resim ve Heykel Müzesi ile Milli Kütüphanededir.

1972.08
Türkiye, İran ve Pakistan Arasında Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği - ( RCD ) - Tablolar
Cevat Dereli ( 1900-1989 ): Türk Ressam Cevat Dereli 1900’de Rize’de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini tamamladıktan sonra Sanayi-i Nefise Mektebine giren Dereli, burada İbrahim Çallı atölyesine devam etti ve 1924 yılında mezun oldu. Yarışma sınavını kazanıp öğrenim için Paris’e gönderilen sanatçı, öğrenimini tamamlayıp yurda dönünce Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi resim öğretmen yardımcılığına atandı. 1933’de de Tıp fakültesi desinatörlüğüne atanan sanatçı, 1939’da  Halkevleri Genel Merkezi tarafından Sinop’a gönderildi ve bu bölge ile ilgili sayısız peysajlar yaptı. İlk dönemlerinde empresyonist bir tavırla realist kompozisyonlar üreten sanatçı çok sayıda natürmort ve peysaj yaptı. Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar birliğinin kurucularından sayılan Cevat Dereli daha sonra (D) gurubuna katıldı. Resim ve Heykel Müzesinde, Milli Kütüphane koleksiyonunda, birçok özel ve resmi koleksiyonlarda eserleri bulunan sanatçı Çağdaş Türk Resmine önemli katkılarda bulunmuştur.
Abdur Rahman Chughtai ( 1894-1975 ): Pakistanlı Ressam
Behzat ( 1894-1968 ): İranlı Ressam
Pulda İşlenen Konu: 100 kuruşlukta Balık tutan adam, Cevat Dereli ( Rize-1900-1989 ), 125 kuruşlukta Azim ve Kuvvet, Abdurrahman Chughtai ( Lahor-1894-1975 ), 150 kuruşlukta Bir İranlı Kadın, Behzat ( Tahran-1894-1968 )
1979.06
Türkiye, İran ve Pakistan Arasında Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği - ( RCD ) - Ressamlar
Namık İsmail, Türkiye - Harman, Mohammad Ghaffari ( Kemal Olomolk ), İran - Kuyumcu,
Usdad Allah Baksh, Pakistan - Köyden bir gürünüş

1975.05
Avrupa 1975 - Europa ( CEPT ) - Ressamlar
Cemal Tollu ( İstanbul, 1899 -1968 ):
İstanbul'da dünyaya gelen Cemal Tollu, Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki öğreniminden sonra Avrupa'ya gitti; Andre Lhote, Hans Hoffmann, Fernand Leger ve Gromaire gibi ünlü hocaların atölyelerinde çalıştı (1929-1932). Dönüşünde Güzel Sanatlar Akademisi'nde Leopold Levy'ye yardımcı ve Resim Bölümü şefi oldu.
Başlangıçta Avrupalı ünlü hocaların etkisiyle konstrüktivist ve kübist eserler yapan Cemal Tollu, sonra Hitit sanatından esinlenmeğe yöneldi.
Cemal Tollu aynı zamanda bir heykel sanatçısıydı. Ama bu bakımdan verimi birkaç büstten öteye geçmedi. Ne var ki heykel sanatına duyduğu ilgi resimlerini etkilemiş, kendine özgü resim üslûbunun oluşmasında rol oynamıştı. Bu nedenle onun resimleri, üç boyut üstüne kurulu bir düzende değil, taşa yontulmuş alçak kabartmalar gibi yüzeysel bir görünüm veren bir resim-heykel bireşimidir.
Cemal Tollu aynı zamanda başarılı bir sanat yazarıydı. Yunan Mitolojisi ve Şeker Ahmet Paşa gibi kitaplarından başka, gazetelerde yıllarca haftalık eleştiri, inceleme ve denemeler yayımladı.
1919 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi (Guzel Sanatlar Akademisi)' ne kayıt yaptırdıysa da işgal yılları olması sebebiyle okuluna ara veren Tollu Ankara' da Zabit Namzetleri Talimgahına katıldı ve aldığı askeri eğitimle Konya' daki süvari alayına gönderildi. Savaş yıllarının ardından 1926' da İstanbul' a döndü ve eğitimine kaldığı yerden devam etti. Elazığ ve Erzincan' da bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra sanatını geliştirmek için Münih ve Paris' e gitti, orada Andre Lhote, Hans Hoffmann, Fernand Leger ve Gromaire gibi ünlü sanatçıların yanında çalıştı. Türkiye' ye döndükten sonra ilk sergisini Elazığ' da açtı.
Tollu 1933' te D Grubu kurucuları arasında bulundu. Sonraki yıllarda Anadolu Medeniyetleri Müzesi' nde (eski adı: Ankara Arkeoloji Müzesi) yöneticilik yaptı. 1964 yilinda Devlet Güzel Sanatlar Akademisi' nden emekli oldu. Sanat hayatı boyunca pek çok sergi açtı ve ödül aldı. Cemal Tollu ressamlığının yanı sıra heykel sanatçısıydı ancak bu alanda çok fazla eser vermemişti. Yayılandığı yazılarıyla sanat yazarlığı da yapan Tollu, Yunan Mitolojisi (ders kitab) ve Şeker Ahmet Paşa (monografi) kitaplarının yanında başta Yeni Sabah gazetesi başta olmak üzere değişik yayın organlarında sanat üzereine görüşlerini yazdı.
Sanatçının son yapıtları arasında Pancar Tarlası (1963, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi), Tımar (1964, Ahmet Tollu' da), Manisa Yangını (1964, Seyman Erkılıç koll.), Pamuk Toplayanlar I, II (1964 - 65), Pastırmacılar (1965, Nevhız Pak koll.), Köylüler ve Koyunlar (1965, Akbank koll.), Natürmortlu Bodrum (1966, Ahmet Tollu' da) adlı tabloları sayılabilir.
Turgut Zaim ( İstanbul, 1906 - Ankara 1974 ): 1906’da İstanbul’da doğan Turgut Zaim, başarılı bir öğrencilik hayatı geçirdi. Kadıköy’deki Saint Joseph Koleji’nden mezun oldu. Sanayi Nefise’yi yani Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken, sanatını geliştirebilmesi için burslu olarak kısa süreliğine Paris’e gönderildi. Ancak Türkiye’deki eğitiminden hiç bir farkı olmadığını görünce, yurda geri döndü. Turgut Zaim, 1930’da ki mezuniyet sonrası çeşitli okullarda resim öğretmeni olarak görev yaptı. Öğretmenlik mesleğinin yanı sıra, Devlet Tiyatrosu’nda da dekoratörlük yaptı. Konya’da bir yıl kadar resim öğretmenliği yaptıktan sonra evlendi ve 1932’de ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti. Daha sonraları Cumhuriyet Halk Partisi tarafından hazırlanan programlara katılarak Anadolu’daki yaşam biçimi ve folklorik değerleri yakından inceleme fırsatı buldu. Hiç bir etkide kalmadan, kendine özgü bir anlatımla, folklorumuzdan ve eski Türk minyatürlerinden esinlenen tablolar yapan sanatçı, kurucularından olduğu Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin ve üyelsi olduğu D Grubu’nun sergilerine, Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne, yurt içi ve yurt dışında çeşitli karma sergilere katılmış, ayrıca Ankara’da iki kez özel sergi açmıştır. 1957’de Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne katıldığı resimleriyle ikincilik, 1958’de düzenlenen sergide de birincilik elde etmiştir. 1964’de Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü tarafından Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Galerisi’nde özel sergisini düzenlemiş, 1966’da da Ankara’da Doğuş Galerisi’nde retrospektif sergisini açmıştır. Eserleriyle oldukça kendinden söz ettiren ressam, Orhan Veli Kanık, Ceyhun Atuf Kansu gibi ünlü yazarların kitapları için illüstrasyon çalışmaları yapmıştır. Bunların yanı sıra Tezer Taşkıran’ın masal kitapları için, Dede Korkut Masalları ve Ahmet Kutsi Tecer’in Köroğlu kitapları için de resimler çizmiştir. Turgut Zaim, ressamlık dışında yazarlığıyla da bilinir. Bir dönem Varlık Dergisin’de çeşitli hikayeler yazmış, sonraları Birinci Dünyaya Savaşı’ndaki anılarını içeren yazı dizileri hazırlamıştır. 1974’de gözlerini hayata yuman Turgut Zaim, hayatı boyunca çok sayıda sanat eseri vermiştir. Resim eserlerinde yağlıboya, sulu boya, guaş boya ve pastel boyalar kullanmıştır. Bunların dışında çinko ve linol tekniklerini kullandığı eserler de vermiştir.
1987.11
Mehmet Siyah Kalem ( Ressam )
Fatih Sultan Mehmet zamanında, resimde batı tekniği iie ilk ilişkiler kurulduğu yıllarda, bu maksatla İtalya'da resim öğrenimi yapan, Nakkaşbaşı Sinan Beyin öğrencilerinden olan Mehmet Siyah Kalem, bıraktığı eserleriyle sanat tarihimizde özel bir yeri bulunan güçlü bir sanatçımızdır.
"Siyah Kalem" ünvanı, Osmanlı nakkaşhanelerinde sanatçılara verilen mertebelerden biridir.
Bugün Topkapı Sarayı Müzesi kitaplığı hazine bölümünde, Fatih Albümü adı ile anılan albümlerde üzerinde, "Kârı Üstad Mehmet Siyah Kalem" yazılı resimler, renkli perspektif kurallarına uygun düşen başarılı örneklerdir. Siyah Kalemin sanatı bir anlatım sanatıdır. Resimlerde ustalıkla kullanılan çizgiler figürlere güçlü bir ifade, olaylara şaşırtıcı bir gerçekçilik kazandırmıştır. Prof. İpşiroğlu'na göre bu resimler, o devirde efsane ve öykülerin resimlerle anlatılması geleneğine uygun olarak, anlatılan bir olayı gözönünde canlandırmak amacıyla yapılmış resimlerdir.
2015.24
Unutulmaya Yüz Tutmuş Meslekler
Ressam Mehmet Ali DİYARBAKIRLIOĞLU'na ait Demirci ve Oğulları ( 1993 ), Köşker Memik ( 1995 ),
Semerci Baba ( 1995 )
, Macuncu ( 2011 ) konulu tablolara alt görsellere yer verilerek hazırlanan Unutulmaya Yüz Tutmuş Meslekler konulu pullar, bu meslekleri hatırlatmak ve yeni nesillere tanıtmak amacı ile dolaşıma sunulmuştur.
Demirci: Demirin, el emeği, bilek gücü ve zarafet ile ince işçilik, dikkat ve titizlikle işlenmesi olan demircilik, Türk ulusu nezdinde saygın bir yere sahip mesleklerdendir.
Semerci: Yük veya binek hayvanı olarak kullanılan at, eşek ve katır gibi hayvanların taşıyacakları yükün hayvanın sırtına zarar vermemesi için ağaç iskelet üzerine deri ile keçe arası kamış otları İle doldurulup sarılarak dikilen eşyaları yapan kişilere Semerci denilmekte olup söz konusu el sanatının günümüzde çok az sayıda uygulayıcısı bulunmaktadır.
Köşker: Genel manada deri işlemeciliği olarak adlandırılan ve geçmişte Anadolu'da oldukça yaygın olan Köşkerlik
( Yemeni Dikiciliği ), ayakkabı yapım ve tamirciliği olarak bilinen en eski mesleklerden biri olup bu mesleği icra eden kişilere de Köşker denilmektedir.
Macuncu: Özel boyalarla renklendirilmiş şekerleri, macun kıvamına getirip ince bir çubuğun üzerine sararak sokak sokak gezerek satan kişilerdir.
1975.03
Çocuk Resimleri
İpek Şivga, 7 yaşında, Sınıfa Giriş, ( 25 kuruşluk pul )
Hasan Doğru,
9 yaşında, Bir köyden görünüş, ( 50 kuruşluk pul )
Burçin Aktan,
11 yaşımda, Folklor, ( 100 kuruşluk pul )
1976.05
Genç Ressamlar - Samsun 76 - Posta Pulları 1. Ulusal Gençlik Sergisi
Su Yücel, 15 yaşında, Tarlada öğle yemeği ( 50 Kuruşluk pul )
Emel Kösemen, 14 yaşında, Boğazda kayıklar ( 200 Kuruşluk pul )
Rümeyse Çetinkaya, 12 yaşında, Kar manzarası ( 400 Kuruşluk pul )

1990.13
Van Gogh'un Ölümünün 100. Yılı
Hollandalı ünlü ressam Van Gogh 1853 yılında doğmuş 1890 yılında ölmüştür. Eserlerinin tamamını, yaşamının sonlarında çok kısa bir zaman dilimi içerisinde yapmıştır. Sanatının değeri zamanında anlaşılamamıştır. Resimde Ekspresionizmin kurucularından sayılan Van Gogh, günümüzde dünyanın en büyük sanatçılarından birisi olarak kabul edümektedir.
Ölümünün 100. yıldönümü dolayısıyla çıkartılan pullarda, Van Gogh'un aşağıda isimleri belirtilen eserleri görüntülenmektedir.
Pullarda Kendi Portresi (1887), Saintes Marines'de Kayıklar (1888), Günebakanlarla Vazo (1888) ve Servili Yol ve Yıldızlar (1890) adlı eserleri görüntülenmiştir.
Eserler Amsterdam Ulusal Müzesinde ve Kröller-Müller Müzesinde bulunmaktadır.

1989.13
Devlet Resim ve Heykel Sergisi 1989
Hikmet Onat ( İstanbul 1882-1977 ):
Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi'ni ( Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ) bitirmiş, 1910 yılında Paris'e gönderilmiş Corman atölyesinde dört yıl çalışmış. İmpresyonist espride pekçok başarılı eser veren Hikmet Onat güçlü bir peyzaj sanatçısıdır. Hikmet Onat özellikle İstanbul'un pitoresk görünüşünü tuvallerine aktarmış. Galatasaray Güzel Sanatlar Birliği, Devlet Resim ve Heykel Sergileri ve yurtdışında düzenlenen bir çok sergiye iştirak etmiştir. Resmi ve özel kolleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu ( Görele 1911-1975 ): İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra 1929 yılında Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi'ne ( Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine ) girmiştir. 1931'de Paris'e gönderilmiş, Andre Lhote atölyesinde iki yıl çalışmıştır. Yurda döndükten sonra Akademide görev almış ve uzun yıllar pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Eyüboğlu I. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde III. lük, IV. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde II. lik ödülü almıştır. Bir çok resmi ve özel kolleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır.
Zühtü Müridoğlu ( İstanbul 1906-1992 ): İlk ve Orta öğrenimini tamamladıktan sonra Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi'ne ( Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ) girmiştir. Paris Collarossi Akademisinde Marcel Gimond'un atöl­yesinde dört yıl çalışmıştır. Yurt içinde ve yurtdışında sergilediği eserleriyle de kendisini kabul ettiren sanatçı, II. Devlet Resim ve Heykel Sergisinde l.lik ödülü almıştır. Birçok resmi ve özel kolleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır.
1990.16
Devlet Resim ve Heykel Sergisi 1990
Nurullah Berk ( İstanbul 1904-1981):
İlk ve Orta öğreniminden sonra Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi, ( Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi )'nden mezun olmuş kendi imkanları ile Paris Güzel Sanatlar Akademisini bitirmiştir. 1933 yılında bir yıl Paris Andre Lhot, Fernand l'Eger atölyesinde çalışmıştır. Bu devrede Paris'de eserler sergilemiş, çağımızın sanat akımlarını izlemiş ve bu arada güçlü bir sanat kültürüne sahip olmuştur. XXVII. Devlet Resim ve Heykel Sergisinde Bulutlar adlı eseri ile birincilik ödülü almıştır. Geniş sanat kültür ve görüşleriyle daima ışık tutmaya çalışan bu alanda kalemi ile de büyük hizmetlerde bulunan Nurullah Berk, Leonardo da Vinci, Modern Sanat, Türk Heykeltıraşlığı, Türkiye'de Resim, Sanat Konuşmaları, Resim Bilgisi gibi eserler vermiş ve bir çok özlü makaleler yazmıştır 1929 yılında kurulan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliğinin kurucularından ( D ) Grubu üyelerindendir. Türk resim sanatında özel bir yeri bulunan güçlü ressamlarımızdandır.
Cevat Dereli ( Rize 1900-1989 ): İlk ve Orta öğrenimini tamamladıktan sonra Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âiisi'ne ( Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi )'ne giren Sanatçı, İbrahim Çallı atölyesine devam etmiş ve 1924 yılında mezun olmuştur. Bundan sonra yarışma sınavını kazandığı için öğrenim için Paris'e gönderilen Sanatçı, öğrenimini tamamlayıp yurda dönünce Güzel Sanatlar Fakültesinde görev almış, 1933 de de Tıp Fakültesi Desinatörlüğüne atanmıştır. Paletine gerçekten hakim güçlü sanatçılarımızdandır. İlk zamanlarda Imperyonist bir espri içinde realist çalışmış ve bu alanda pek çok natürmort ve peyzajlar meydana getirmiştir. Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliğinin Kurucularından sayılan Cevat Dereli ( D ) Grubuna geçmiş ve bu sanat topluluğu içinde büyük çaba harcayanlardan biri olmuştur. Pek çok genç sanatçımızın yetiştirilmesinde emeği geçen değerli Sanatçıya 2. Devlet Resim ve Heykel Sergisinin birincilik ödülü verilmiştir.
Nijad Sirel ( Amasya 1897-1959 ):
İstanbul Sultanisi ( Bugünkü Galatasaray Lisesi )'ni bitirmiş, 1915 yılında Almanya'ya heykel öğrenimi için gitmiş ve Münih Güzei Sanatlar Akademisinde Prof. Kahn'ın öğrencisi olmuştur. 1922 yılında yurda dönmüş ve 18.11.1922 de İzmir Lisesinde resim öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 3.2.1924 tarihinde buradan ayrılmış bir süre İstanbul'da çeşitli okullarda resim öğretmenliği yapmıştır. 1.8.1927 tarihinde Güzel Sanatlar Akademisine atanmış, 1952-1959 yılları arasında da Akademi Müdürlüğü yapmıştır. Nijad Sirel geçirdiği bir kalp krizi sonucu 18 Haziran 1959 tarihinde ölmüştür.


Ebru
2019.16 - Çiçekler ( Ebru )
Ebru yoğunlaştırılmış sıvı üzerine renklerin sınırsız değişimlerle birbirleriyle kucaklaşması, kaynaşması, dans etmesidir. Ebru; tezhip ve hat ile birlikte kitap sayfalarında, murakka kenarlarında, ciltlerde, yazı boşluklarında ve koltuklarında kullanılmakla birlikte günümüzde başlı başına bir sanat eseri olarak düşünülmekte ve sergilenmektedir.
Ebru sanatçısı Atilla CAN'ın öncülüğünde hazırlanan ebru sanatına ait bilgileri içeren dosya, Paris’te Birleşmiş Milletler UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne alınan 12. unsur olarak yerini almış ve Dünyanın Ortak Mirası olarak kabul edilmiştir.
Çiçekler ( Ebru ) Konulu pullar Ebru sanatçımız Atilla CAN’ın yapmış olduğu Ebru sanatı eserlerinin görsellerine yer verilerek hazırlananmıştır.

2016.01

Ebru
Mustafa DÜZGÜNMAN : Ebru sanatının en büyük ustalarından biri olan Mustafa DÜZGÜNMAN 1920 senesinde Üsküdar'da doğmuştur. Ebru ve cilt sanatına ilgi duyan sanatçı Güzel Sanatlar Akademisi'nde ebru ve cilt hocası olan kuzeni Necmeddin OKYAY tarafından 1938 senesinde Akademi'ye kayıt ettirilerek ebru ve geleneksel cilt sanatını öğrenmiştir.
Klasik Türk ebru sanatını zamanımıza bozulmadan taşımış, bu sanatın yurdumuzda ve dünyada tanınması ve gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Aynı zamanda birbirinden değerli ebru sanatçıları yetiştirerek bu sanatımızın unutulmasını önlemiştir. Bununla beraber hocası olan Necmeddin OKYAY'ın bulduğu çiçekli ebruyu geliştirmiş ve bugünkü tarzına getirmiştir. Ayrıca ebru sanatı ailesine papatyalı ebruyu kazandırmıştır. 12 Eylül 1990'da vefat etmiş olup kabri Karacaahmet mezarlığındadır. Ölümünden sonra çocukları tarafından şahsi eşyaları ve ebru malzemeleri vasiyeti üzerine 1991 yılında Galata Mevlevihanesi Müzesi'ne bağışlanmıştır.
Fuat BAŞAR: Hat ve Ebru Sanatkarı Fuat BAŞAR, 7 Mart 1953 senesinde Erzurum'da doğmuştur. 1977 yılında ebru sanatına olan ilgi ve merakıyla Mustafa DÜZGÜNMAN'a mektup yazarak ebru çalışmalarına başlamıştır.
Dünya çapında birçok hattat ve ebru ustası yetiştiren sanatçı, 350'nİn üzerinde kişisel ve karma sergiye iştirak etmiş ve uluslararası birçok sanat faaliyetine katılmıştır. Eserleri dünyanın birçok müzesinde, yurt içi ve dışındaki koleksiyonerlerde bulunmaktadır.
Alpaslan BABAOĞLU : 1957 yılında Ankara'da doğmuştur. 1984 yılında Topkapı Sarayı Nakışhanesi'ne devam ederken başladığı ebru yapımını o tarihten bu yana aralıksız sürdürmektedir. 1985 yılında ustası Mustafa DÜZGÜNMAN ile tanışmış ve 1989 yılında kendisinden ebru sanatının İcrası ve öğretilmesi konusunda icazet almıştır.
Türk ebru geleneğine bağlı olarak ebru yapan sanatçı, ustası Mustafa DÜZGÜNMAN'ın ebrularının benzerlerini yapmaya çalışmanın yanı sıra, "boya olarak ezilmiş varak altın kullanılması” gibi özgün çalışmalarla eskiden yaygın olmasa da kullanıldığı bilinen "aynı kağıdın her seferinde farklı bir bölgesini ebrulamak suretiyle minyatürler yapılması" ve "katı* tekniği ile kalıbı çıkartılan hüsn-i hat örneklerinin ebru ile yapılması" gibi çalışmalar yapmaktadır. "Ebru İstanbul" isimli bir ebru kitabı hazırlamış ve bu kitap, İstanbul Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından 2008 yılında yayınlanmıştır.

2019.27
Resimli Ebru
Ebru sanatı, yoğunlaşmış sıvı bir zemin üzerinde hazırlanan ve kâgit üstüne uygulanan renkli kompozisyonlara verilen genel bir isimdir. Görsel zarafetin yanında ilginç güzellikler de sunan bir sanat dalidir. Tekrarı mümkün olmayan, tıpkı parmak izi gibi kendine has karakteristik özellikler taşıyan Ebru sanatı çalışmalarının birebir aynısının yapılması mümkün değildir.
Günümüz Ebru sanatçıları tarafından Resimli Ebru Sanatı icra edilmekte olup iki yöntem uygulanmaktadır. İlk yöntemde ebru önce yapılır, üzerine resim çizilir; diğer yöntemde ise resim önce yapılır, resimli kâgit ebruya yatırılarak kâgit ebrulanır.
Kâgit süsleme sanat olarak başlayan Ebru sanat UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras listesinde 12. unsur olarak yerini almış ve Dünyanın Ortak Mirası olarak kabul edilmiştedir.

2007.24
2010.22
2010221
2010222
2010223
20223
2010225
2011.01
20100501
20110502
20110503
20110504
2011.02
20112401
20112402
20112403
20112404
Ebru
Geleneksel Türk sanatlarından olan ebru yoğunlaştırılmış su üzerine toprak ve toz boyalarla resim yapma sanatıdır. Koyulaştırıcı bir madde ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılmış, suda erimeyen boyaların serpilmesiyle ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin bir kağıda geçirilmesiyle yapılmaktadır. Çiçekli ebru, Battal ebru, Şal ebru, Taraklı ebru gibi çeşitleri bulunmaktadır.
Ortaya çıkış yeri ve tarihine ilişkin kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte Türkistan da doğan bu sanatın başlangıcının 9. yüzyıl olduğu sanılmaktadır. Kağıdın keşfi ile ortaya çıkan bu sanat dalı zaman içerisinde gelişerek günümüze kadar ulaşmıştır.
İpekyolu üzerinden Hindistan’a oradan İran ve Osmanlı İmparatorluğuna ulaşan ebru sanatı buradan da Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Osmanlılarda başlı başına bir sanat ve iş kolu olan ebruculuk yirminci yüzyılın başlarında unutulma noktasına gelmiş, Türkiye de bu sanatın tekrar yaygınlaşması ve sevilmesi bu sanata gönül veren ebru ustalarının büyük çabaları ile olmuştur.


1968.03 - Türk Minyatürleri
50 kuruş, Ünvan dağıtımı. 60 kuruş, Kanuni Sultan Süleyman'ın bir elçiyi kabulü. 90 kuruş, Sultanın Ok Atma Töreninden bir figür. 100 kuruş, Müzisyenler.
Pul basımında kullanılan Minyatürler Topkapı Müzesinde bulunmaktadır.
SEHİNŞAHNAME, cilt II. Topkapı müzesindedir. Sultan Murat III. zamanındaki olayları anlatır. Bu eserde bulunan 95 minyatür Nakkaş Osman tarafından yapılmıştır. Türk nakış sanatının en önemlilerini teşkil eder. Olaylar gerçeğe uygun ve bütün ihtişamı ile aksettirilmiştir.
NÜSHET ( EL-ESRAR ) ÜL-AMBAR DER SEfER-İ SİGETVAR, Topkapı müzesindedir. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü (1566) ile sonuçlanan Sigetvar Seferi, kitaba konu olmuştur. Eserde tezyinata çok önem verilmiştir. Eserde 20 minyatür bulunmaktadır.
HÜNERNÂME, cilt I : Topkapı müzesindedir. Osmanlı devletinin kuruluşudan başlayarak Yavuz Sultan Selim zamanına kadar her padişahın cülusu, avlanmadaki hüneri ve ölümü anlatılmaktadır Eserde bulunan minyatürler Nakkaş Osman tarafından realist bir üslûpla yapılmıştır.
SULTAN I. AHMET ALBÜMÜ, Topkapı müzesindedir. Kitabın konusunu, Haremde düğün, eğlence. Türk adetleri ve devrin kadın kıyafetleri teşkil etmiştir.
Minvatürlerde canlı renkler göze çarpmaktadır.
2015.32 - Minyatür - Konulu Sürekli Resmi Posta Pulları
Nusret Çolpan: 1 Ekim 1952 tarihinde Bandırma'da doğan ve ilköğretim yıllarını burada tamamlayan sanatçı, İstanbul'da Zincirlikuyu Meslek Lisesini ve Yıldız Üniversitesi Mimarlık Fakültesini bitirmiştir. Bu yıllarda İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü'nde Prof. Dr. A. Süheyl Ünver ve Azade Akar'dan Türk Süsleme Sanatları dersi almış ve minyatür çalışmaya başlamıştır.
Kanuni devrinde yaşayan Matrakçı Nasuh'un etkisinde kalan Çolpan, mimaride kazandığı disiplin ve görüşten de faydalanarak minyatüre kendine has bir çizgi ve renk getirmiştir.
Yurt içinde ve yurt dışında değişik koleksiyonlarda yaklaşık 300’ü aşan sayıda eseri bulunan Sanatçı, 31 Mayıs 2008 tarihinde vefat etmiştir.
Pullar da Minyatür sanatının önemli isimlerinden biri olan Nusret Çolpan'ın Beyazıt, Dolmabahçe Camii, Hisarlar ve Yedikule konulu minyatür çalışmalarına yer verilerek hazırlanmıştır.

2013.01

Elif Harfi işlenmiştir. Osmanlı türkcesinde a - e seslisini verir.
2013.19
Vav harfi işlenmiştir. Osmanlı türkcesinde z sessiz harfinin sesini verir.
Hat Sanatı
Hat sanatı, hüsnühat veya kaligrafi yazı sistemleri ve yazı öğeleri kullanılarak geliştirilen, sıklıkla dekoratif amaçla kullanılan, bir görsel sanat türüdür.
Bu sanat dalının çağdaş bir tanımı ise " İşaretlere anlamlı, ahenkli ve hünerli bir şekilde biçim verilmesi sanatı " şeklindedir. Belirli bir yazı stiline yazı tipi, hat türü, el veya alfabe gibi tanımlanabilir.
Farklı yazı sistemlerinde farklı şekillerde, farklı coğrafyalarda ortaya çıkmış olan hat sanatı, özellikle matbaa öncesinde büyük önem arz etmiştir. Bugün tipografi sanatıyla ilişkilendirilebilecek hat sanatı sıklıkla yazı sistemlerine veya farklı hat kültürlerine göre sınıflandırılır: İslam hat sanatı ( İslami kaligrafi ), Arap hat sanatı ( Arap kaligrafisi ), Pers hat sanatı ( Pers kaligrafisi ), Japon hat sanatı ( Japon kaligrafisi ), Çin hat sanatı ( Çin kaligrafisi ), Batı hat sanatı ( Batı kaligrafisi ) gibi...
Modern hat sanatı işlevsel el ile yazılmış betiklerden ve tasarımlardan işaretlerin soyut bir şekilde ifade edildiği ve bazen bu soyutsal ifadenin harflerin okunabilirliğinin yerine geçtiği güzel sanat eserlerine kadar geniş bir yelpazededir. Klasik hat sanatı tipografiden ve klasik olmayan yazı tiplerinden farklı olsa da bir hat sanatçısı bu alanların hepsinde eser verebilir; karakterler tarihsel bir şekilde disipline edilmiş olsalar da yazı anında doğaçlama bir şekilde oluşturulurlar, değişken ve spontanedirler.

1966.03 - Türk Çinileri
Bursa'da Yeşil Türbe Kubbe tavanı motifi, Hürrem Sultan Türbesinden Kabartma Çini - Bahar Çiçeği motifi
İznik Çinisi - XVI. yüzyıl

1991.11 - Çini - Türk Seramik Sanatı
Anadolu'da Türk Çini - Seramik sanatı, mozaik çini tekniğinde Selçuklu Çağı süslemesi ile başlamış ve kullanım alanları çeşitlenerek seramik sanatında belirli bir üslupla devam edegelmiştir.
Pullarda işlenen konular:
Duvar Çinisi ( Kuş Figürlü ): Selçuklu dönemine ait 13. Yüzyıla tarihlenen, Sıraltı Tekniği ile yapılmış, Beyşehir Gölü kıyısında Anadolu Selçukluları'na ait Kubadabad Sarayıında bulunmuştur. Konya Karatay Medresesi Müzesinde sergilenmektedir.
Duvar Çinisi ( İznik ): Osmanlı dönemine ait, 16. yüzyıl ikinci yarısına tarihlenen, Sıraltı Tekniği ile yapılmış, İznik'te bulunmuştur. İznik Müzesinde sergilenmektedir.
Bu pullara ait bilgi ve dokümanlar İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ara Altun'dan sağlanmıştır.
2016.32 - Çini
Osmanlı tarihinden günümüze kalan en özel ve nadide miraslardan biri olan çini sanatı, hala gündemini korumaktadır. Cami ve türbelerin duvarlarında karşılaştığımız bu sanat dalı, köşk ve sarayların dış ve iç cephelerini de süslemektedir.  Seramik sanatı olarak da adlandırılmaktadır. İnce detaylar ile işlenen ve işlenen objelere hayat veren Osmanlı tarihinin en gözde sanat dalı, günümüze kadar değerinden bir şey kaybetmeden devam etmektedir.
Vazo, tabak, sürahi ve çeşitli kap kaçaklara işlenen motifler ve renklendirmeler ile oluşan eserler, şimdilerde ev ve çeşitli mekanların dekorasyonu olarak kullanılmaktadır. Karahanlılar tarafından geliştirilen çini sanatı, daha sonraları diğer Türk devletleri tarafından da geliştirilmeye başlanmıştır. En parlak dönemini Osmanlı Devletinin kuruluşunda yaşamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti ve Büyük Selçuklu Devleti, hakimiyet altına aldığı yerlere cami, medrese, saray inşa etmişler ve bu sanatı, mekanların çeşitli bölgelerine yansıtmışlardır. İznik Yeşil Cami, Bursa Yeşil Cami, Bursa Muradiye Camisi, Edirne Muradiye Camisi, Edirne Şah Melek Paşa Camisi, Çinili Köşk, İstanbul?da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi, Haseki Medresesi, İstanbul Mahmut Paşa Türbesi, Osmanlı Devletinin İlk örneklerini taşımaktadırlar. Daha çok geometrik desenleri yansıtan eserler, zamanla daha farklı bir boyut kazanmıştır. Bitkisel kökenli desenler, yazılar, lacivert, sarı, türkuaz, siyah gibi renkler, bu sanat dalında daha çok kullanılmıştır.
1992.13
İğne Oyası - Yapma Bebek - Dokumalar - Türk El Sanatları
Yeşil Yapraklı Menekşe: Geleneksel El Sanatlarımızdan biri olan İğne Oyası yapımcılığına Türkiye'nin hemen tüm yörelerinde rastlanmaktadır. Oyacılık, süslemek ve süslenmek amacıyla yapılan ve tekniği örgü olan bir sanattır. İçel - Namrun bölgesine ait bu iğne oyası da ipek iplik üzerine naylon iplik kullanılarak iğneyle örülmüştür. Menekşeden esinlenerek işlendiği için halk arasında aynı isim verilmiştir.
Forklorik Kıyafetli Yapma Yapma Bebekler: Kültür Bakanlığının 1986 yılında düzenlediği 1. Folklorik Kıyafetli Yapma Bebek Yarışmasında l.lik ödülü almıştır. Ege Bölgesi, Merkez Kapıkaya yöresi geleneksel kadın kıyafetleri, geleneksel yaşamdan bir kesit olan, gelin - kaynana kompozisyonunda değerlendirilmiştir. Bebeklerin yapımı sırasında insan anatomisi önemlidir.
Malzeme olarak pamuk, kitre, tutkal, kumaş, boncuk, deri, tahta, zincir, pul gibi malzemeler kullanılmıştır. Bebeklerin boyu 35 cm. dir.
At Heybesi: Geleneksel el sanatlarımızın en güzel örneklerinden bir bölümünü de Dokumalar oluşturmaktadır. Hakkari yöresine ait olan bu dokuma, at heybesi olarak kullanılmakta olup, kilim dokuma tekniği ile el tezgahında doğal boyalarla boyanmış yün ipiyle dokunmuştur.

2015.21 - El Sanatları - Goblen ( Konulu Sürekli Posta Pulları )
Goblen, bir kumaş üzerine renkli iplerin iğne ile işlenmesi ile resim oluşturulması sanatıdır. Goblen ya da diğer adı ile gobelin, genellikle resmin baskı yolu ile kumaşa aktarılarak ve noktaları sayılabilir bir kumaş üzerine tek yönlü işleme tekniği uygulanarak yapıldığı bir işleme sanatıdır. Goblende işlemenin tek yönlü yapılması, ürüne üç boyutlu bir izlenim vermektedir. Kralların sanatı olarak da bilinen goblen, temeli 17 yy.’da Fransa’ya dayanır. 17.yy. Avrupa saraylarının halılarında, koltuk ve perdelerinde, duvar süslemelerinde goblen sanatı sıkça kullanılmıştır. Goblen sanatının Türkiye’ye gelmesi, 19.yy’a rastlar. Geleneksel Türk el sanatlarımız açısından bakıldığında etamin veya kanaviçe işlemeye karşılık gelir. Etamin ve kanaviçede ilmekler çarpı şeklinde atılırken, goblende kullanılan yarım çarpıdır.
Günümüzde, oldukça değerli bir el işi sanatıdır. Eserin değeri, ilmek sayısına, kumaşın ebadına ve ipliğin kalitesine göre belirlenir.
2023.04/1382 - Kanaviçe
Kanaviçe, seyrek dokulu kumaşlar ya da delikli kumaşlar üzerine, iğne ve nakış ipleriyle yapılan bir işleme tekniğinin ismidir. Tek iğne veya çift iğne tekniği olarak iki türde işleme yapılır. Tek iğne tekniğinde, desen kumaşa çarpı şeklinde yapılan işlemelerle geçirilir. Çift iğne tekniğinde ise, çarpılar büyük atılarak, üzerine artı şeklinde bir işleme daha yapılır.
Eski dönemlerde, sık dokunmuş kumaşlar üzerine, seyrek dokulu ve karelere bölünmüş olan kanava bezi dikilir, nakış üzerine işlenir, bittiğinde kanava bezinin iplikleri sökülürdü.
Çarpı tekniği ile yapılan işlemelerin ilk örneklerine 15. yy. Orta Asya Türklerinde rastlanmıştır. 16. yy. da göçlerle birlikte bütün Avrupa'ya yayılmıştır. 19. yy. dan itibaren yaygınlaşarak işlenen kanaviçe nakışı Anadolu Türk Halk İşlemeleri içerisinde yer almaktadır. Günümüzde kumaş çeşitlerinin ve iplik renklerinin artmasıyla, dekorasyonda sık kullanılan bir işleme çeşidine dönüşmüştür.
Anadolu'nun her köşesinde basit desen ve az renk kullanılarak işlenen nakışlar, bulundukları yöreye göre motif ve renk farklılıkları gösterir ki, bu da kültürel değerlerimizin zenginliğidir.
1993.13 - Seccade - Küpeler - Para Kesesi - Türk El Sanatları
Seccade Kenar Motifi ( Halı Kenar Suyu ): Niğde Bulduruş Köyü'ne ait, 19. yüzyıl başlarına tarihlenmiş bir seccade halının kenar suyu motifi, Kök boyayla boyanmış saf yünle dokunmuş seccadede mimari motifler kullanılmıştır.
Küpeler: Gümüş, telkâri tekniğiyle yapılmış küpede akik taşlar kullanılmış, muhtemelen İç anadolu bölgesine ait, saray süslemelerinden etkilenmiş bir tasarım. 18. yüzyıl sonuna tarihlenmiş. Ankara Etnografya Müzesinde sergilenmektedir.
Para Kesesi: Söğüt ilçesinden alınmış, 19. yüzyıla tarihlenmiş, Pamuk iplik ve boncuklarla, tığ kullanılarak örülmüş bir kese. Zigzag motifler üzerine sallantılı boncuklarla süslenmiştir.
2008.17 - Cam - Geleneksel Türk Sanatları
El Sanatları insanoğlunun var oluşuyla birlikte tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmış, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ilk örneklerini vermiştir. Çevre şartlarına göre değişimler gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelmiş ve "geleneksel" vasfını kazanmıştır. Geleneksel Türk Sanatlarının bir dalı olan cam sanatının gelişimi konusunda, günümüze ışık tutan en seçkin örneklere Anadolu Uygarlıklarında rastlanmaktadır. Selçuklular döneminde çeşitli model ve formlarda vitray, geliştirilmiştir. Osmanlı imparatorluğu döneminde ise İstanbul'un fethiyle bu kent camcılığın merkezi olmuştur. Geleneksel cam endüstrisi en iyi örneklerini 17-18. yüzyıllarda ortaya koymuştur. Cumhuriyet'in kuruluşu ile Türk cam endüstrisi yepyeni bir yön kazanmıştır, ilk ulusal fabrika 1934 yılında Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A. Ş. adıyla İstanbul'da kurulmuş ve bu fabrikayı, çeşitli tarzlarda cam üretimi yapan birçok şirket takip etmiştir. Cam günümüz modern çevresinin önemli bir parçası haline gelmiş olup, basit bir su bardağından sofistike bir teknik donanım malzemesine kadar kullanım alanı genişlemiştir.
11.09.2008 tarihinde satışa sunulan pullarda Paşabahçe Şişecam Fabrikalarından alınan Camda sanatlı yazı koleksiyonundan iki farklı esere yer verilmiştir.
Bereketli Kase: Üzerinde bereket dileği taşıyan eski eserlerden esinlenerek tasarlanmıştır. El imalatı siyah cam kase üzerine uygulanan insan başlı geçmeli Kufi yazı stili, yalnızca Selçuklu dönemi madeni eserlerinde görülen yazı biçimidir.
Çift Besmele Vazo: Kuş formundaki "Besmele" yazısı İslam Hat Sanatında sıklıkla kullanılmış "resim-yazı" örneklerinden biridir. Vazonun gövdesinde kullanılan bitkisel bezemeler ise Türk Tezhip Sanatından seçilmiş örneklerdir.
1994.11 - Türk El Sanatları - İşlemecilik
Geleneksel Türk El Sanatlarından birisi olan İşlemecilik, ev eşyalarında örtü olarak, üzerleri işlenerek de kullanılan kumaş çeşitlerinde ve özellikle halk oyunları kıyafetleri ve yöresel giysilerde fazlaca görülür.
Pullarda, 18. y.y. Ege Bölgesi erkek kıyafetlerinde rastlanan bir işleme türü ( Paçalık Motifi ) ve 19. y.y. başlarında kadın giyiminde bazı kıyafetlerde kullanılan kuşakların iki ucuna işlenen motif ( Kuşak Motifi ) görüntülenmektedir.
20091502
20091501
2009.15 - Geleneksel Türk Sanatları - İğne Oyası
Gelenek ve göreneklerimizin kuşaktan kuşağa aktarılmasında Geleneksel Türk Sanatları önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle ülkemizde geleneksel sanatlara önem verilmekte ve geçmişten geleceğe uzanan bir kültür hâzinesi olarak korumaktadır.
Anadolu, sahip olduğu el sanatlarının çeşitliliği ve üretim miktarının zenginliği bakımından bir çok el sanatı ürününün yapıldığı ve dünyaya tanıtıldığı önemli bir uygarlık beşiğidir. Türk insanı zevkini, estetiğini, duygusallığını, hoşgörüsünü, pratikliğini üretmiş olduğu el sanatları ile yansıtmaktadır. Kilimi, çorabı, oyası, işlemesi gelenek görenekleriyle birleşen geleneksel Türk el sanatlarının mükemmel örnekleri, Türk insanının yüreğinden kopup gelen ürünler, sanatta etkileyici güzelliklerin anlatıldığı belgelerdir.
Geleneksel kültürümüzün ve el sanatlarımızın en zarif örneklerinden biri olan oya, iğne, mekik, tığ, firkete gibi aletlerle, ipek, pamuk gibi iplerle bazen pul, boncuk gibi yardımcı malzemeler de kullanılarak yapılan, yapma çiçekle örgü sanatının birleşmesinden doğmuş; süslenme ve ayrıca taşıdıkları mesajlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılan ve tekniği örgü olan bir dantel türü olarak tanımlanmaktadır. Oya sözcüğünün başka dillerde karşılığının bulunmaması, bu sanatın Türk kadınına özgü bir sanat olduğunun kanıtıdır, iğne oyasının ortaya çıkıp gelişmesinde en büyük etken, Anadolu’nun ipek Yolu üzerinde olması ve tarih boyunca ipek üretimi yapılmasıdır.
Dünya literatürüne “Türk Danteli” olarak giren iğne oyalarımız, ilk bakışta dantelle benzerlik gösterse de mutlak bir eşyaya dikilmek üzere yapılan iki boyutlu dantelden, üç boyutlu yapısı ve başlı başına bir süsleyici olması ile ayrılmaktadır.

2016.30
Türk Sanatları - Dilek Yerlikaya
Sanatcınun 20 yıllık sanat hayatı boyunca ürettiği bazı eserlerden PTT A.Ş. tarafından “Türk Sanatları ” konulu pullar için seçildi. Bu pullardaki eserler çok özel tasarımlardır. Pula basılmak üzere seçilmelerinin ardından tasarlama aşamasındaki görüşmeler sonucunda eserlerin nihai hali kararlaştırıldı ve basılmaları kesinleşti. Eserleri pullara taşıyan, tasarımların gelecek nesillere filateli vasıtasıyla ulaşması ve böylece tarihi değer taşıması sağlanmıştır.

2010.21
2010211
2010212
Geleneksel Türk Sanatları - Kilim
Dokuma tekniğinin tam olarak ne zaman ve nerede başladığı tam olarak bilinmese de kilim dokuma sanatı genel bağlamda Orta Asya’da başlamıştır. Bu bölgede yaşayan ve şiddetli hava şartlarına maruz kalan kabileler, çadırlarını yapmak için keçi yünü kullanmaya başlamışlar, zemin izolasyonu sağlamak için ise kilim adı verilen kaplamaları üretmişlerdir. İlk defa düz dokuma tekniği göçebe çadırların daha konforlu hale getirilmesi için kullanılmıştır. Geleneksel el sanatlarımızdan dokumaların hammaddeleri yün, tiftik, pamuk, kıl ve ipekten sağlanmaktadır. Türk halı ve kilimleri ister düğümlü ister düz dokuma olsun, Türkler tarafından üretilmiş bilinen en mükemmel sanat eserleridir. Zengin renkleri, sıcak tonları ve olağanüstü dokuları ile geleneksel motifler Türk halı ve kilimlerinin yüzyıllardır dünyaca tanınmasını sağlamıştır. Kilimlerde kullanılan motifler genellikle halıda, çinide, mermer ve tahta oymacılığında kullanılan motiflerin aynısıdır. Kilimler üzerinde yer alan motifler yaşanan çağın özelliklerinin yanı sıra, yörenin gelenek ve görenekleri, kilim dokuyan kişinin beklentileri, ümitlerine göre değişiklikler göstermektedir. Kilimlerde hayvan, bitki,geometrik şekil, kırışık ve sembolik motifler olmak üzere beş gruba ayrılar.

2013.03
Türk Halı ve Kilim Motifleri
Yağcıbedir Halısı - Balıkesir: Bugün Bigadiç ilcesi, Kayalıdere, Ortacaalan ve Yağcıbedir köylerinde yaşayan yaycı yörükleri daha önceleri hayvancılık ve dokumacılıkla uğraşırlardı. Hayvan ürünü olarak et, süt, yağ ve peynir elde eden yörükler, ayrıca özgün motiflerle, halı, kilim, heybe çuval, keçe, çul ve kepenek yaparlar. Bugün göçebeliği bırakarak tamamen tarıma geçen yörük köylerinde halı dokumacılığı önemli bir gelir kaynağıdır.
Geleneksel bir Türk sanatı olan halıcılık, tarihteki göçebe kültürümüzün bugüne uzantısıdır Yağcıbedir yörüklerince yaşatılan bu zengin kültür mirası, dün efsanelere (Kız Bergama Halısı) konu olmakla kalmamış, kompozisyon ve renk yapısı ile Dünya Sanat literatüründeki yerini almıştır.
Bigadiç ilcesinde en çok Kayalıdere Köyünde dokunan Yağcıbedir Halılarının en büyük özelliği renk ve desenleridir. Desenlerde bazı değişiklikler görülse de renkler yüzlerce yıldır hemen hemen hiç değişmemiştir. En çok talep gören ve üretilen çeşidi (115X200) cm. ebadındaki yolluklardır. Bunlar çoğunlukla çift mihrap kompozisyonludur. Mihrap nişi içerisinde çeşitli bitkisel ve bazen üsluplaşmış hayvan motifleri yer alır. Altıgen zemin içinde genellikle düşey simetri yoktur. Bazen hayat ağacı şeklinde dizayn edilmiş çiçeksel formlarla yıldızlar çok görülür. Bordur genelde yedi bantlıdır ve en ortadaki bant beyaz zeminlidir. Bordürde çiçek, dal, yaprak ve yıldız motiflerine rastlanmaktadır.
Yahyalı Halısı - Kayseri: Yahyalı halıları % 100 yün olması , boyamada tabii boyalar ( kök boyası ) kullanılması , ilmik sayısının sıklığı ve modelleri ile tanınmaktadır. Çamur , asma yaprağı , ceviz kabuğu , ceviz yaprağı , cehri ve benzer bir çok tabii malzeme halı ipi boyamasında kullanılmaktadır. Bu boyaları başkaca el halılarında bulmak mümkün değildir.
Yahyalı halıları kullandıkça ve eskidikçe değeri artan ve rengi solmayan bir özelliğe sahiptir. Maddi olarak enflasyona yenilmeyen bir değerdir Yahyalı Halısı. Yahyalı halısının m2 birim fiyatı ilmik sayısının sıklığına , dokumanın düzgünlüğüne göre değişmektedir. Halılar sergi olarak rahat bir kullanıma sahiptir. Divan , Seccade , Yolluk , Mihraplı Göbekli , Dabazlı gibi değişik ebat ve ölçülere sahip modeller mevcuttur.
Taşpınar Halısı - Aksaray:
 Taşpınar Halıları ince sınıf halılar olarak nitelendirilmiştir. İplerin renklendirilmesinde doğal boyanın yeri giderek  azalmaktadır. Taşpınar halılarına karakteristiğini veren renklerin elde edilmesinde kök boya ve cehri gibi boyacılık  tarihinde çok önemli yeri olan bitkiler eski halılar üzerinde kullanılmıştır. Taşpınarı’da ana renklerin koyu kırmızı ve koyu mavi olması bir geleneğe bağlılığı gösterdiği kadar, halıda bir çerçeve oluşturan bordürlerle ana motif olan madalyon düzeni arasında gözü dinlendiren boşlukların ağırbaşlı, dekoratif bir etki yapmasını da sağlar. Ara renkler ise yerel değişle kırbız(al), yavşan şeyili (kına rengi), tetir(tarçın rengi), pisi tüyü (gri mavi), erikipi rengi (krem beyaz) ve siyahtır. Taşpınar halıları taban, kelle, çift somya, minder, namazlağı, yastık, heybe ve eğerlik örtüsü adı verilen çeşitlerde dokunmuştur. Son yıllarda en çok yastık ve yan halısı denilen “çifthalı” dokunmaktadır. Taşpınar halılarının tüm çeşitleri geometrik düzende yerleştirilmiş bitkisel kökenli motiflerle bezelidir. Eski Taşpınar motiflerinde baroklaşmış natüralist bir üslup varken günümüz, de desenler giderek primitif bir görünüm almaktadır. Figüre, kuvvetle üsluplaştırılmış olmasına karşın, pek az yer verilmiştir. Örneğin boynuzlu ayak, boynuzlu sandık komposizyonlarını oluşturan ana motif, geyik boynuzlarının derin tırtıllı yapraklara dönüştürülmüş şeklidir. Zeminin ana motifi olan madalyonların salbeklere benzeyen bölümlerinin kanatlarını açmış kartal figürü olduğunda tüm dokuyucular birleşmektedir. Taşpınar halılarında yüzey, bordür zemin ve köşelerden oluşan bir şemaya göre doldurulur. Halının çeşidi değişse de desenlerin yerleştiriliş   düzenleri değiştirilemez.
Milas Halısı - Muğla - Muğla‘nın Milas ilçesi Türkmen boylarının en eski yerleşim yerlerinden biridir. Bölge örf, adet ve giyim olarak tarihi özelliklerini korumuştur. Bölgede halıcılık geleneğinin 16. yüzyılda seccade halıların dokunmasıyla başladığı genel kabul görmektedir. Milas halıları desen ve renk özelliği ile klasik ve Barok stili olarak ikiye ayrılır. Klasik olanlar mihraplı Milas seccadeleridir. Bu seccadelerde mihrap eşkenar dörtgen şeklindedir. Mihrabın üstünde bir alem, mihrabın içe bakan kenarlarında stilize edilmiş bitki motifleri ve kontürleri olmayan motifler görülür. Ada Milas halısı bu tarzın en eski örneklerinden biridir. Kenar süslerinin yan yana sıralanmasından oluşur. Tera, karanfil, kedi izi, kösele, çenti motiflerinin sıralandığı halı çerçevelerine su yatağı denir. Her suyun içinde yer alan motifler genelde birbirinin tekrarıdır. Barok stil olarak adlandırılanlar ise Osmanlı Devleti’nde, Abdülmecit döneminde mimarı ve sanatta Avrupa etkisinin yoğun şekilde yaşandığı dönemlerde üretilmiştir. Bu halılarda düz çizgiler yerine zikzaklarla belirlenmiş kenarlara çiçek desenleri yerleştirilmiştir. Milas’taki başka bir grubu oluşturan halılar da madalyonlu örneklerdir. Bu halılar kare, dikdörtgen altıgen olarak çeşitli tiplerde karşımıza çıkar. Karacahisar köyünde üretilen ve Karacahisar halısı olarak tanınan Milas halıları bu gruba giren örneklerdendir. Karacahisar seccadeleri, göbekli ve madalyonlu desenlerle dokunup; çiçek yaprağı, dal gibi motiflerle süslenir.
Zeminlerde beyaz ve kırmızı kullanılırken, seccadeler koyun yününden imal edlimiş, sık düğümlü ve sağlam halılar olarak tanınmaktadır. Kahverengi-sarı tonlarının sıkça görüldüğü mihraplı ve mihrapsız Milas halılarının dokunduğu halı tezgahları, özellikle Milas-Bodrum arasındaki bölgede yoğunluk kazanır. Milas halılarında 18. yüzyıl ve 19. yüzyıldan itibaren tamamen yün ve kök boya (doğal boya) kullanılmıştır. Bugün de, kök boya kullanılarak yapılan gerçek Ada Milas halılarında renkler Ege’nin tipik bitkisi piren otundan (erica vulgaris), kayısı ve şeftali yaprağından sarı, ceviz yaprağından kahverengi, palamuttan samani kahve, naneden koyu yeşil, çamurda bir hafta yatan yünlerden de siyah rengin elde edilmesi suretiyle üretilmektedir. Köylerin dokuma özellikleri zemininde günümüzde geçerli Milas halısı sınıflandırmasında Karacahisar ve Gereme halıları olarak iki grup kabul edilir. Milas halıları adı altında toplanan bu halılar ilçede halen, Karacahisar, Ören (Gereme), Çomakdağ Dörttepe, Bozalan, İkizköy, Pınarköy , Mezgit, Gürceğiz, Akçakaya yörelerinde dokunmaktadır. Milas-Bodrum arasındaki bölgede yer alan Bozalan, Gökbel, Aşağımazı köylerinde Karacahisar türü ön plana çıkmaktadır.
Halıcılık halen bölgede canlılığını sürdürmektedir. Milas halılarının en belirgin özelliklerinden birisi açık ve pastel renklerin uyumlu bir şekilde bir arada kullanılmasıdır. Devetüyü, kiremit kırmızısı ve maviye yakın yeşil tonları halıda güzel bir albeni sağlamaktadır. Tütün ve Toprak asıllı bu genel renk imajıyla dokunan halılar yurtdışına ihraç edilen halılarımızın da başında gelmektedir.
2014.12
Türk Halı ve Kilim Motifleri
Kula Halısı - Manisa: Selçuklulardan miras kalan el dokuması halılar, Türk toplumunun en önemli kültür öğelerinden biridir. Kula’da dokunan  halıların en eski örnekleri dokuma tekniğinin, renk ve desen bakımından eski İran halılarıyla bir tutmak mümkündür. Bunlarda zengin koyu kırmızı renk hakimdir. Ayrıca mavi, lacivert, yeşil ve sarı renkler de canlı olarak kullanılır. Kula halılarının ortasında çiçekler olan zemin, yine kırmızıdır. Ayrıca kayısı sarısı da kullanılmıştır. Bazen mavi ve beyaz da görülür. Kula halılarının karakteristiği şeritler halindeki kenar bordürlerdir. Bu halılarda ortadaki geniş çerçeve yerine içlerinde küçük çiçek resimleri olan birbirine paralel ince çerçeve veya şeritler bulunur. XIX. Yüzyıl Kula halıcılığı İngilizlerin İzmir’de kurdukları şirketlerin dokutturduğu ısmarlama halılar üzerinde gelişmiş ve bu yönde halı dokunmuştur. Kula’da dokunan bu halılar Avrupa’ya ihraç edilmiştir. Bu dönemde sentetik boya ile boyanan halı iplerinin yanında Kula’da doğal kaynaklarla yapılan kök boyama geleneği sürdürülmüştür. Kulalıların kendileri için dokudukları halılarda yün iplik ve kök boyalı ipler kullanılmış olup, çok güzel renklerde yün iplikle dokunmuş halılar ortaya çıkmıştır. Yüzyıllarca rengini atmayan kök boyalı halılar en çok aranılan halılar olmuştur. El dokuması halı da kök boyaları hazırlanırken yeşil renk ceviz kabuğundan sarı renk samandan, kırmızı renk ise ağaç kökü ve soğan kabuğundan elde edilir.
Hereke Halısı - Kocaeli: Hereke halıları oldukça sık dokunurlar. Bu sebeple desenleri ayrıntılıdır. Bu halılar Gördes Düğümü'de denen Türk Düğümü'yle dokunur ve İran halılarına göre daha dayanıklıdır. Santimetrekareye düşen düğüm sayısı son derece yüksektir. Hereke halıları yün, yün ipek ve ipek olarak üç çeşittir. Ama çoğunlukla ipekten üretilir. Üretimde kullanılan ipek birinci sınıf olup tamamen doğaldır ve Bursa’dan getirtilmektedir. Bir Hereke halısı yaklaşık bir yılda dokunmaktadır ve metrekaresinde 1 milyon çift düğüm bulunmaktadır. Bazen halının tamamlanması çok daha uzun süre alabilmektedir. Sıradan bir Anadolu el halısında santimetrekarede 5 düğüm varken Hereke yün halıda 36 düğüm, Hereke ipek halıda ise 100 düğüm bulunmaktadır. Bazı halılarda düğüm sayısı 400’ü geçebilmektedir. Hereke halısı dünyanın en ince halısıdır. Türk Düğümü de denen çift düğüm tekniği kullanıldığı için aynı zamanda dünyanın en sağlam halılarındandır. Biri ince biri kalın olmak üzere çift atkı takma işlemi uygulanır ve kesim elde yapılır. Bu halılar %100 el yapımıdır ve üretildikleri tezgâhların düzenekleri diğer halı tezgâhlarından farklıdır. Hereke halısının desenleri son derece özgündür. Saray nakkaşlarının kendilerine has tasarımları dikkat çekicidir. En bilinen Hereke deseni Yedi Dağın Çiçeği'dir. Ayrıca çiçek motiflerinin yanında hatailer ve rumiler de kullanılmıştır. Başlıca desenler binbir çiçek, kır çiçeği, erik dalı, asmalı lale, Zümrüdü Anka, lalezar, Sultanahmet, polonez, kristal, gülseri, gülendam, makber, kuşlu, Dağıstan, firuze, bahçesaray, badegül, köşk, şölen, Dolmabahçe, buket, Çeşm-i Bülbül, lalezar, karpuzlu ve Kafkas’tır. Toplamda 200’den fazla çiçek motifi kullanılmaktadır. Ayrıca Arapça harflerle yazılmış birtakım yazılara ve hayvan motiflerine de rastlanılabilmektedir. Bu halılarda her bir motifin anlamı vardır. Örneğin tavus kuşu ruhu, ejderha nefsi, lale sevgi ve barışı, sümbül mutluluğu ve aşkı, yabani gül hasreti, karanfil ise sadakati simgelemektedir. Hereke halılarında zemin çoğunlukla bordo, lacivert ve kırmızıyken motiflerde sarı, pembe, turuncu ve mavi kullanılmaktadır. İlk üretilen Hereke halıları sık dokunmamıştır ve genellikle kaba halılardır. Ayrıca ülkenin değişik yerlerinden gelen sanatçılar tarafından tasarlandıkları için farklı yörelerin desenleri kullanılmıştır. Bu halılarda köşeli desenler ve büyük motifler hâkimdir. Hayvan figürleri bulunmamaktadır. Hereke halısı boyutlarına göre küçük yastık, yastık, seccade, karyola ve kelle gibi değişik isimlerle adlandırılır. Bu halılar sadece yere serilmemekte ayrıca duvara asılarak dekoratif amaçlı olarak da değerlendirilmektedir. İyi korunmuş bir Hereke halısı onlarca yıl boyunca kullanılabilmektedir. Hereke halısını temizlerken özenli olmak gerekmektedir. Halı, beyaz sabun veya Arap sabunu kullanılarak soğuk suyla temizlenmelidir. Farklı kimyasalların kullanılması halının yıpranmasına neden olabilecektir.
Ladik Halısı - Konya: Konya Sarayönü ilçesine bağlı bir kasaba olan Ladik, Osmanlı döneminde Karaman Lazikiyesi adıyla tanınan çok önemli geleneksel dokuma merkezidir. Kaynaklara göre yün ve geleneksel Ladik halıları 17. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. Yün atkılı ve çözgülü, el eğirme ve doğal boyalı eski Ladik halıları, genellikle mihraplı seccade halılardır. Ladik'teki halkın Top lale, halı araştırmacılarının Ladik Gülü adını verdikleri, bordürlerinde bir gül ve bir lale motifinin arka arkaya sıralandığı anlayış, bu halıların genel karakteridir. Mihrap nişi içinde yer alan direklerine göre direkli veya sütünçeli Ladik ismiyle anılan Ladik halılarında, bazen mihrap nişi altında veya üstünde yer alan bölümlerdeki haşhaş motifi nedeniyle Sümbül motifli Ladik olarak tanınanları da vardır. Geleneksel yün Ladik halılarının, günümüzde üretilen pamuk çözgülü köşe göbek desenli Ladik halılarıyla, gerek kültürel, gerek teknik malzeme geleneği yönüyle hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır.

1959.16 - Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi
Cumhurbaşkanlığının himayeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığının desteği ile 19-29 Ekim 1959 tarihleri arasında Ankara Dil, Tarih ve Cografya Fakültesi'nde toplanan Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi Türk sanatları dünyayla buluşmuştur.
Türkiye’nin dünya ülkelerini bir araya getirdiği 1. Uluslararası Türk Sanatları Kongresi Ankara’da gerçekleşmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Almanya, Hollanda, İtalya, Ukrayna, Fransa, Yunanistan, Kanada, Polonya, Romanya, İspanya, Lübnan, İngiltere, Pakistan, Kazakistan, Mısır ve Rusya’dan çok sayıda bildiri sunulan kongre akademisyen ve araştırmacılar için Türk kültürü ve sanatı alanında çok önemli bilimsel bir rehber niteliği taşımıştır.
Cumhurbaşkanlığının himayelerinde, Suut Kemal Yetkin’in girişimi ve yönetiminde düzenlenen ve adı o günlerde Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi olan büyük buluşma, dünya sanat tarihi literatüründe ‘Türk sanatı’ terimini ve kavramını uluslararası düzeyde akademik çevrelere bilimsel olarak kabul ettirmek üzere düzenlenmiştir.
Uluslararası Türk Sanatları Kongresi adıyla senelerce toplanan kongre sürekliliği, katılım niteliği ve bilimsel değerlendirme ölçütleriyle büyük saygınlığa sahiptir.
9-29 Ekim 1959 tarihleri arasında Ankara Dil, Tarih ve Cografya Fakültesi'nde toplanan Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi nedeniyle basılmıştır.

1984.14 - 1. Milletlerarası Türk Halı Kongresi
Tarihin en erken devirlerinden itibaren Türklerin hayatında Halıcılık çok geniş bir yer tutar. Türklerin yaşayışları ile çok yakın alakasından dolayı, Türk sanatının en büyük bölümlerinden birini teşkil eder.
Halı sanatı erken devirlerde ilk olarak Orta Asya'da Türk topluluklarının yaşadıkları bölgelerde ortaya çıkmış, sanat anlayışı, zengin motif dünyası, kompozisyon ve renk zenginliği asırlar boyu büyük bir gelişme göstermiştir.
Bugün, dünyanın en zengin halı şaheserleri Türkiye'de Müzelerin kolleksiyonları arasında bulunmaktadır.
Puldaki motif 13. yüzyıla ait bir Selçuklu halısıdır. Konya Alaaddin Camiinde bulunmuştur. Anadolu Selçukluları devrinden kalmadır. Ebadı 1.30 X 0.90 m. dir. Koyu lacivert zeminde açık mavi ile kancalı baklavalar esas süslemeyi meydana getirir. Bordür kırmızı zeminde koyu kırmızı kufi yazılıdır.
Halı bugün Istanbulda Türk - lslam Eserleri Müzesinde teşhirde olup, Anadolu halılarının en eski örneğidir.
Bu konuyla ilgili bilgi ve dokümanlar Prf. Dr. Nejat Diyarbekirli'den sağlanmıştır.


20120901
20120902
20120903
20120904
20120905
2012.09 - Şükufe - Çiçek Açan Bitki - Konulu Sürekli Resmi Posta Pulları
Aslı şükufe'dir. Farscada çiçek açan bitki anlamına gelir.
Çiçek minyatürleride denilen şükufe Türk tezyinatında tabi ve üsluplaşmış çiçeklerden oluşur. Çiçekler, dal ve yapraklar Şükufedan denilen kaplar ve vazolar içinde ya da fiyonklarla bağlanarak, kimi zaman doğaya yakın natürmort kavramı içinde çalışılmıştır. Bu üslupta teknik olarak tarama ve akıtma boya olduğu kadar noktalamaya da yer verilmiştir. Şükufe ince fırça darbeleriyle gölgelendirme yapılarak çalışılan, özellikle kitap sanatında çokça eserler verilen ince bir üsluptur. Özellikle 18.yy ve 19.yy larda benimsenmiş bir süslemedir.
2016.15 - Şükufe - Gül - Konulu Sürekli Resmi Posta Pulları

2017.15 - Motif 2 - Karanfil - Lale - Konulu Sürekli Resmi Posta Pulları


© Pulhane Ltd.Şti.